4.3 İklim Krizi

İklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğuna (antropojenik) yönelik bilim insanları arasında fikir birliği mevcut. Oreskes (2004) yayınladığı çalışma ile 1993-2003 yılları arasında küresel iklim değişikliği ile ilgili incelediği 928 makalenin tamamının küresel ısınmanın büyük bir kısmının sera gazı salınımlarındaki artıştan kaynaklandığı konusunda hemfikir olduğunu ortaya koyuyor. 1991-2011 arasındaki küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili görüşlerin yer aldığı bilimsel çalışmaların %97’si iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu öne sürüyor (Cook vd., 2013). 2019’un ilk 7 ayında iklim değişikliği ve küresel ısınma alanlarında yayınlanmış 11.602 makaleyi inceleyen Powell (2019) ise iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğuna yönelik fikir birliğinin %100’e ulaştığını gösteriyor. İklim değişikliğine yönelik fikir birliğini araştıran çalışmaları inceleyen Cook ve arkadaşları (2016) da insanların küresel ısınmaya neden olduğu yönündeki fikri destekleyen çalışmaların %90 ile %100 arasında değiştiğini belirtiyor. Bu çalışmalar iklim değişikliği ile ilgili bilim insanlarının iklim değişikliğinin varlığı ve insan kaynaklı olduğunu tartışmasız bir şekilde kabul ettiklerini gösteriyor.

 

ÖNERİ – İZLEYELİM
Gezegenimiz
Bu belgeselde gezegenimizin doğal güzelliklerine şahit olurken iklim değişikliğinin tüm canlıları nasıl etkilediğini görebilirsiniz.

 

Bilimin birçok alanında görülmeyen bir biçimde bu konuda uzlaşılmasına rağmen, iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın gerçek olmadığı ve/ya buna insanların neden olmadığı yönünde birçok yanlış bilgi dolaşıyor ve komplo teorileri ortaya çıkıyor. Bilim insanlarının iklim değişikliğine yönelik bulgularını hedef alarak onları değersizleştirmeyi hedefleyen ve iklim değişikliği ile ilgili infodeminin oluşmasına neden olan dezenformasyon kampanyaları çeşitli çıkar grupları tarafından ekonomik ve politik amaçlarla yürütülüyor. İklim değişikliği ile ilgili yayılan bu yanlış bilgiler ve komplo teorileri de kamuoyunun algı ve tutumlarını etkiliyor (Dunlap, 2013). İklim değişikliğine karşı politikaların destek bulması ve uygulanması toplumun inançlarından, tutumlarından ve risk algılarından önemli ölçüde etkileniyor (Ding vd., 2011; Lorenzoni & Pidgeon, 2006; Weber & Stern, 2011). Bu nedenle, iklim değişikliği ile kamuoyunun algısını ve tutumlarını etkileyen yanlış bilgiler ve komplo teorileri, bu alanda gerekli önlemlerin alınması sekteye uğratıyor. Bunun için de iklim değişikliği ile ilgili yayılan bilgi düzensizlikleriyle mücadele etmek oldukça önemli hale geliyor.

4.2.1. Bir Kavramsal Haritalandırma

İklim değişikliği ile ilgili yayılan yanlış bilgileri tanımlayabilmek için öncelikle kavramsal haritalandırmaya ihtiyacımız var. Böyle bir çaba yayılan bilgilerin sadece yanlış olarak tanımlanmasını önleyerek bu bilgileri yayanları amaçlarına, çıkarlarına göre ayrıştırmamıza olanak verebilir. Yanlış bilgi yayılımı sürecindeki aktörleri ve amaçlarını ortaya çıkarmak da müdahale alanları belirlememizi sağlar. İklim şüpheciliği, inkârcılığı, karşıtlığı ve erteleyiciliği gibi tanımlamalar iklim değişikliği ile ilgili yayılan yanlış bilgilerin veya komplo teorilerinin belirli yönlerine odaklanır. Bu kavramları tanımlayarak var olan durumu daha sağlıklı değerlendirebiliriz.

“Şüphecilik”, iklim değişikliği ile ilgili bilimsel bulguları reddedenlerin kendilerini tanımlamak için kullanmayı tercih ettikleri bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu tanımlama çok önemli bir sorunu da beraberinde getirmekte. Çünkü herhangi bir bilgiden şüphe etmek bilimin de temel motivasyonudur. Hatta İngiltere’nin en eski bilim kurumlarından biri olan Royal Society’nin “kimsenin sözüne itibar etme” (nullius in verba) mottosu da şüpheyi bilimin temeli olarak görür. Ancak, bilimsel verileri kabul etmeyen, görüşlerinin sorgulanmasını istemeyen ve hatta bilimsel bulguları reddetmek için ekonomik veya politik olarak destek almak bilimsel şüphecilik ile eş tutulamaz (Washington & Cook, 2011, s. 2). Bu nedenle, iklim değişikliği ile ilgili bilimsel bulguları reddedenlere “şüphe duyuyorlar” ifadesini kullanmak kafa karışıklığı yaratıyor.

Diğer bir kavram ise “iklim inkârcılığı”. İnkârcılığın pek çok boyutu var ve bunlar sadece bilimsel bilgilere yönelik değil. Günlük hayatta gerçek olduğunu kabul etmek istemediğimiz birçok şeyi inkâr edebiliyoruz. Görünüşümüzle, yaşımızla, maddi durumumuzla veya sağlığımızla ilgili bazı gerçeklikleri inkâr etmeye meyilliyiz. Başka bir deyişle bizi rahatsız eden bir durumda kaygımızı azaltmak için inkârı bir savunma aracı olarak kullanabiliyoruz. İklim değişikliği ile ilgili bilimsel bulguları inkâr etmek de benzer şekilde açıklanabilir. En basit anlamıyla bilim inkârcılığı, bilimsel fikir birliğine rağmen görgül olarak desteklenen önermelerin reddedilmesi olarak tanımlanabilir. Ortada bir tartışma yokken bilimsel olmayan yöntemler veya sahte veriler kullanılarak tartışma varmış gibi gösterilmeye çalışılır. Düz dünyacılık gibi bilim inkârcılığına rastladığımız bazı konular büyük riskler oluşturmasa da, sigara ve akciğer kanseri ilişkisinin inkârı gibi insan kaynaklı iklim değişikliğinin inkârı ciddi sonuçlara neden olabiliyor (Nature, 2019). İklim değişimi inkârcılığı, küresel ısınmanın hızı ve kapsamının ve insan kaynaklı olmasının tamamen veya kısmen reddi olarak tanımlanabilir. Şüphecilik ve inkârcılık arasındaki temel ayrım “inanç”. İnkarcılar kanıtları veya bulguları önemsemeden iklim değişikliğini reddediyorlar. Sıklıkla da kendi inançlarını destekleyen ve bilimsel hiçbir dayanağı olmayan çeşitli “safsatalara” başvuruyorlar (Washington & Cook, 2011, s. 2).

“İklim değişikliği karşıtlığı” ise daha çok ABD’de inkârcılığı tanımlamak için kullanılıyor (Washington & Cook, 2011, s. 2). İklim bilimi karşıtları çoğunlukla fosil yakıt endüstrisindeki kurumlardan veya muhafazakâr düşünce kuruluşlarından destek alarak iklim bilimi ve bilim insanlarına yönelik muhalif olan grubu ifade ediyor. Bu grup sıklıkla iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgiler üretiyor. Temel olarak insan kaynaklı iklim değişikliğine birçok farklı kanalı kullanarak karşı çıkıyorlar. Medyada “zıt görüşlere”, her iki “tarafa” da yer verilmesi, bu konuda iklim değişikliği karşıtlarının görünür olmasına ve aldıkları destekle yanlış bilgiler yaymasına neden oluyor (McCright, 2007, ss. 200-203).

Son kavram ise “iklim değişikliği erteleyiciliği” (climate change delay). İklim değişikliği ile ilgili olarak kamuoyu farkındalığının artmasıyla birlikte, iklim değişikliğine karşıt söylemler üreten yeni stratejiler geliştirilmekte. İklim değişikliğinin bulgularından ziyade iklim değişikliğine yönelik çözüm yöntemlerini hedef alarak onları ertelemeyi amaçlayan ve küçümseyen, başarısız olacağını nitelendiren söylemler kullanmak bunlardan biri. Hatta iklim değişikliği erteleyiciliği, inkârcılığın yeni hali olarak görülüyor. Bu söylemi kullanan aktörler, iklim değişikliğinin varlığına ve insan kaynaklı olduğuna inansalar da iklim değişikliği ile ilgili önlemleri ve uyum politikalarını engellemeyi amaçlıyorlar. Bu söylemleri kullananların kimler olduğuna baktığımızda ise, bunların iklim değişikliğine yönelik alınacak önlemlerden zarar edecek olan aktörler olduğunu görüyoruz. Bu tartışmalar temel olarak, iklim değişikliği ile ilgili tartışmaların gelişmesi ve önlem taleplerinin artması karşısında eylemselliği ortadan kaldırmaya ve önemsiz göstermeye çalışan söylemler üzerinden yürütülüyor. Bu stratejileri inceleyen Lamb ve arkadaşları (2020) iklim erteleyicilerinin ortak söylemlerini dört başlıkta topluyorlar: (i) Sorumluluğu yönlendirmek, (ii) etkisiz çözümlerin üzerinde durmak, (iii) önlem maliyetlerini vurgulamak ve (iv) önlemenin mümkün olmadığını göstermek. Değişen bu söylemlerde, iklim değişikliği ile ilgili önlemleri bireylere sorumluluk yükleyen, önlem alması gerekenlerin sera gazı salınımı yüksek olan devletler olması gerektiğini belirten, teknolojinin bir şekilde iklim değişikliğine çözüm bulacağını vadeden, iklim değişikliğinden daha önemli sorunlar olduğunu veya önlem almak için çok geç kalındığını öne sürerek umutsuzluğa sürükleyen, böylelikle iklim değişikliğini erteleyici, önlemleri kısıtlayan ve engellemeye çalışan ifadeler kullanıldığını görüyoruz.

İklim değişikliği ile ilgili doğru ve güvenilir bilgi kaynaklarına erişimin zorlaşması, iklim değişikliği infodemisini ortaya çıkarıyor. Yukarıda bahsedildiği gibi, iklim değişikliği ile ilgili bilimsel bulguları reddedenler veya önlemleri ertelemeye çalışanların söylemleri bilgi düzensizliklerine katkı sunuyor. Bu da bilimsel bulguların kamuoyuna etkili biçimde aktarılmasını ve müdahale alanlarının oluşturulmasını zorlaştırıyor. Örneğin iklim değişikliğini reddeden bir birey ile herhangi bir fosil yakıt şirketini, “inkârcı” kavramı altında yekpare veya aynılarmış gibi değerlendirdiğimizde, ürettiğimiz müdahale stratejimiz eksik kalabilir ve yanlış bilgilerin kaynağı, ortamı ve hedefi karışabilir. Bu nedenle, iklim değişikliği ile ilgili yayılan yanlış bilgileri bilgi düzensizlikleri çatı kavramı ile incelemek, yanlış bilgileri kasıtlı olarak oluşturan ve yayan aktörlerle bu bilgileri doğru sanarak paylaşan aktörleri birbirinden ayırmamıza katkıda bulunur. Ekonomik ve politik amaçları doğrultusunda dezenformasyon kampanyası yürüten şirketler, siyasetçiler veya düşünce kuruluşları kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyi hedefliyorlar. Buna karşın, infodemi ortamında doğru bilgilere ulaşmakta güçlük çeken bireyler ise farkında olmadan bu yanlış bilgileri çevresiyle paylaşıyor ve bu da dezenformasyon kampanyası yürüten aktörlerin çıkarlarıyla uyuşuyor.

Bilgi düzensizlikleri çatı kavramı temel olarak iletişim problemine işaret ediyor. Bu bağlamda iklim değişikliği ile infodemi arasındaki ilişkiyi anlamak için, ilk olarak iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgi yayan, dezenformasyon kampanyası yürüten aktörlerin kimler olduğuna bakmak ve amaçlarının neler olduğunu tanımlamak önemli bir başlangıç. Ardından, özellikle dijital medyanın iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgilerin yayılmasındaki rolünü inceleyebiliriz.

4.2.2. Dezenformasyon Kampanyası Yürüten Aktörler ve Stratejileri

Bireyler bilgi edinerek, onu filtreleyerek ve bildiklerini paylaşarak dünyayı öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorlar. Ancak, elde edilen bilgiler yanlış veya yanıltıcı olduğunda pandemiyi kontrol etmek de iklim değişikliğini önlemek de oldukça zor hale geliyor (West & Bergstrom, 2021). Günümüzde yanlış bilgilerin üretiminde ve yayılımında kullanılan tek bir yöntem yok. Çoğu zaman bir içerikte yer alan bilgilerin tamamı yanlış olmuyor veya komplo teorilerinin tamamı gerçek dışı değil. Üstelik yanlış bilgilerin birtakım gerçekliklere dayanması onların inanılırlığını da artıyor. Bununla beraber, iletişim alanında iletilen mesajın bulunduğu bağlam/medya (medium) da mesajın doğrudan kendisini şekillendirebiliyor. İklim değişikliği ile ilgili dezenformasyon kampanyası yürüten aktörler de hem politik-sosyal bağlamın değişmesi hem de medya bağlamının değişmesiyle söylem ve stratejilerini değiştirebiliyor.

Koronavirüs pandemisinin başladığı dönemde Naomi Oreskes, yanlış bilgilerin yayılma örüntüsünün üç aşamada gerçekleştiğini söylüyordu: “(i) Önce sorun inkâr edilir, (ii) ardından ciddiyeti inkâr edilir ve (iii) sonrasında da sorunu çözmenin çok zor veya pahalı olduğu veya önerilen çözümlerin özgürlüğümüzü tehdit edeceği söylenir.” Mann (2013, s. 23) ise bu aşamaları genişleterek iklim inkârcılığının geçirdiği aşamaları altıya ayırıyordu:

 

1. Karbondioksit salımı aslında artmıyor.
2. Artsa bile ısınmanın bir kanıtı olmadığı için artışın iklim üzerinde hiçbir etkisi yok.
3. Isınma olsa bile bu doğal nedenlerden kaynaklanmaktadır.
4. Isınma doğal nedenlerle açıklanamasa bile, insan etkisi küçüktür ve devam eden sera gazı emisyonlarının etkisi küçük olacaktır.
5. Dünya'nın iklimi üzerindeki mevcut ve gelecekteki insan etkileri göz ardı edilemez olsa bile, değişiklikler genellikle bizim için iyi olacak.
6. Değişiklikler bizim için iyi olsun ya da olmasın, insanlar değişikliklere uyum sağlama konusunda oldukça beceriklidirler; ayrıca, bu konuda bir şey yapmak için çok geç ve/veya gerçekten ihtiyacımız olduğunda teknolojik bir düzeltmenin gelmesi kaçınılmaz (Mann, 2013, s. 23).

 

İklim inkârcıları, karşıtları ve erteleyicileri de süreç içerisinde, iklim değişikliğine yönelik bilimsel bulguların artması ve kamuoyunda tartışmaların daha fazla yer bulmasıyla söylem ve stratejilerinde yön değiştirdiler. Peki, iklim değişikliği ile ilgili dezenformasyon kampanyası yürüten bu aktörler kimler? Bjönberg ve arkadaşları (2017) iklim değişikliğini inkâr eden aktörleri altı grupta topluyor: (i) bilim insanları, (ii) hükümetler, (iii) politik ve dini organizasyonlar, (iv) endüstri, (v) medya ve (vi) halk. Ancak, yukarıda vurguladığımız gibi yanlış bilgileri kasıtlı bir şekilde yayan, yani dezenformasyon yapan aktörlerle zarar verme amacı olmadan yayan, yani mezenformasyon yapan bireyleri ayırmamız gerekiyor. Bunun için de yanlış bilgileri üreten ve yayan aktörlerin kimler olduğunu incelemek önemli bir adım.

 

DÜŞÜNELİM
Türkiye’de iklim değişikliği ile ilgili dezenformasyon kampanyası yürüten, komplo teorileri yayan aktörlerle karşılaştınız mı? Karşılaştıysanız, bu aktörler ne tür kampanyalar yürütüyor?

 

Dunlap ve McCright’nin (2011) inkâr makinesi olarak adlandırdığı mekanizmanın başlangıcında fosil yakıt şirketleri var. Fosil yakıtların sera gazı emisyonların salımının önemli bir kısmını oluşturması karşısında kömür ve petrol şirketleri, gerekli önlemleri almamak ve maliyetlere katlanmamak için birçok dezenformasyon kampanyası yürüttüler ve iklim değişikliği ile ilgili politikalara karşı çıktılar. ExxonMobil, Peabody Coal, American Petroleum Institute, Western Fuels Association ve Edison Electric Institute gibi birçok şirketin, iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgileri yayması için bazı bilim insanlarına ve muhafazakâr düşünce kuruluşlarına fon sağladığı biliniyor. Fosil yakıt şirketlerinin yanı sıra enerji, çelik, ormancılık, otomotiv gibi iklim değişikliği ile ilgili önlemlerden etkilenen şirketler de bu dezenformasyon kampanyalarına destek sağladı. Bu şirketlerin desteklediği ve yine fosil yakıt şirketleriyle bağlantılı muhafazakâr hayırseverler ve düşünce kuruluşları iklim krizi ile ilgili yanlış bilgilerin oluşturulmasında ve yayılmasında ana aktörlerin başında geliyor. Bu tip organizasyonlar, iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgileri yaymak için eğitimler düzenliyor, raporlar, basın bültenleri, konferanslar ya da köşe yazıları ile medyada görünür hale geliyor. Bu aktörler genel olarak şirketlerin iklim değişikliği politikalarıyla mücadele çabalarını sürdürmeye çalışıyor. Kamuoyunun algısında bu kurumların alternatif bir bilimsel bilgi kaynağı olarak değerlendirilmesi, şirketlerden daha güvenilir görünmelerine neden oluyor. Medya da “nesnel” olma amacıyla, iklim değişikliği ile ilgili tartışmalarda bu kurumların görüşlerine iklim bilimcilerle eşit düzeyde yer veriyor.

İnkâr makinesinin diğer önemli aktörü de lobi grupları. Şirketlerin çoğu iklim değişikliği ve çevre karşıtı faaliyetlerini kamu denetiminden korumak için, kendi çıkarları adına hareket eden lobi grupları oluşturuyorlar. Örneğin 1988’de Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) kurulmasının hemen ardından 1989’da Exxonmobil, BP gibi fosil yakıt şirketleri ve Chrysler ve Ford gibi otomobil şirketlerinin desteğiyle Küresel İklim Koalisyonu (The Global Climate Coalition) kuruldu. Bu lobi grubu ABD’nin Kyoto Protokolü’nü onaylamasına karşı çıktı ve televizyonda birçok reklam yayınlandı. Aynı zamanda bu kurum, IPCC raporu hazırlayan bir iklim bilimcinin raporun bir bölümünü değiştirdiği yönünde yanlış bilgi yayarak itibarsızlaştırmaya da çalıştı (Dunlap & McCright, 2011).

Şirketlerin ve filantropik kuruluşlarının fonlandığı ve genellikle lobi gruplarının yönlendirdiği bir diğer kurum da Astroturf kuruluşlar. Astroturf, medyayı ve günümüzde özellikle sosyal medyada trol ve bot hesapları kullanarak, aslında önemsiz görülen bir fikri veya görüşü çok destekçisi varmış gibi göstermek olarak tanımlanabilir. Bu stratejiyi kullanan aktörler, suni bir gündem oluşturarak, destekçilerinin çok olduğunu göstererek kamuoyunu belirli bir görüşe inanmaya yönlendirir. Örneğin, ABD’de petrol endüstrisinin en büyük lobi kuruluşlarından olan ve BP, Shell, ExxonMobil gibi petrol şirketleri tarafından desteklenen Western States Petroleum Association, iklim değişikliği ve yenilenebilir teknolojiler ile ilgili yanlış bilgiler yayarak iklim değişikliğine yönelik muhalefeti, kamuoyunun büyük bir kısmı tarafından destekleniyormuş gibi gösterdi.

 

 Şekil 4.3: İklim Değişikliği ile İlgili Yanlış Bilgi Ağı (Yazarlar tarafından çevrilmiştir.) (Treen vd., 2020)

 

İklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgiler ve komplo teorileri sistematik bir şekilde dezenformasyon kampanyalarıyla yayılıyor ve kamuoyunun iklim değişikliği ile ilgili doğru ve güvenilir bilgi kaynaklarına ulaşması zorlaşıyor. Sosyal medyanın güçlendirdiği kutuplaştırıcı ortam ve homofili etkisi, bireylerin onaylama veya tanıdıklarından gelen bilgileri güvenilir kabul etme gibi bilişsel özellikleri bu mecralardaki yanlış bilgi yayılımını kolaylaştırıyor. Özellikle de muhafazakârlar arasında iklim inkârcılığının yayılmasında yankı odalarının önemli rolü olduğu öne sürülüyor. Tıpkı duvarlardan yankılanan sesler gibi, organize iklim inkârcıları da belirli bir grup içerisinde benzer söylemleri tekrar ederek, yanlış bilgilerin toplum içerisine nüfuz etmesini sağlıyor. Böylece şirketler ve onların desteklediği düşünce kuruluşları, lobi grupları, sahte taban hareketleri ve muhalif bilimciler oluşan yankı odalarında medya aracılığıyla inkârcılık ve erteleme gibi söylemler oluşturarak dezenformasyon yayıyorlar. Bu yankı odalarında, bloglarda üretilen yanlış bilgiler, medyanın inkârcılara da yer vermesi ve politikacıların iklim değişikliği ile ilgili karşıt söylemleri kamuoyunu etkilemeyi amaçlıyor (Treen vd., 2020). Üstelik sosyal medya platformlarının algoritmaları da bu yanlış bilgi akışını hızlandırıyor ve kolaylaştırıyor.

Dijital Nefretle Mücadele Merkezi (2021) tarafından yapılan araştırmaya göre, Facebook’ta iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgiler “küçük ama gürültülü bir azınlık” tarafından yayılıyor. 186 milyon takipçiye sahip on toksik kuruluş (toxic ten), Facebook’taki iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgilerin %69’unu yayıyor. Bu küçük ama gürültülü azınlığa ait internet sitelerinin, Google reklamları aracılığıyla altı ayda yaklaşık 3,6 milyon dolar kazanç sağladığı görülüyor. Facebook iklim değişikliği ile ilgili bilimsel konsensüse aykırı bilgilerin tespit edilip kaldırılacağı sözünü verse de, incelenen altı aylık dönemde bu on toksik kuruluşun paylaşımlarının sadece %8’ini tespit edebilmiş durumda. Facebook, topluluk kurallarında sahte haber ile mücadeleye yer verse de iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgileri önleme konusunda gözetim kurulunda, reklam standartlarında, üçüncü taraf doğrulama kontrolü alanlarında herhangi bir önlem almıyor ve reklam platformlarında iklim değişikliğinin gerçek olmadığını savunan reklamlara yer vererek iklim inkârcılığını yayıyor (Buchan, 2021, ss. 16-18).

Ekim 2021’de Google, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) katılımcılarına danıştı ve sonunda iklim değişikliğinin varlığı ve nedenleri ile ilgili kesin olarak görüş birliğine varılmış bilimsel gerçeklerle çelişen içeriklerin reklamlarının yayınlanması veya bu içeriklerden para kazanılmasını yasakladığını duyurdu. Google’ın bu kararı almasında birçok etken vardı. Avaaz (2020) tarafından yapılan çalışma Google’ın sahibi olduğu Youtube’da, iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgi içeren videoların öne çıkarıldığını gösteriyor. Çalışma kapsamında “iklim manipülasyonu” aramasında %21, “küresel ısınma” aramasında %16 ve “iklim değişikliği” aramasında %9 oranında yanlış bilgi içeren video ile karşılaşıldı. Google 2019 yılında yayınladığı Çevre Raporu’nda iklim değişikliğinin zamanımızın en önemli küresel sorunlarından biri olduğunu ve devam eden sera gazı emisyonlarının insanlık için varoluşsal bir tehdit oluşturduğunu belirtirken, Youtube algoritmaları tarafından öne çıkarılan ve 1,9 milyon görüntülemeye sahip videoda “Karbondioksit emisyonlarının (iklim değişikliğinde) baskın faktör olduğuna yönelik hiçbir kanıt yoktur.” ifadesi kullanılabiliyordu (Avaaz, 2020, ss. 4-5).

Yukarıda incelenen iklim değişikliği ile ilgili söylemleri üreten aktörleri bu söylemleri üretme ve yayma biçimlerine göre incelediğimizde, yanlış bilgi akışının ekonomik çıkarları olan şirketler ile başladığını söyleyebiliriz. Buna paralel olarak, siyasetçiler ve bürokratlar da bu şirketler tarafından desteklenerek karar alma süreçlerine müdahale edebiliyor (Treen vd., 2020, s. 5) Bu aşamalarda yer alan her aktörün, kamuoyu ile iletişim kurabileceği en temel ortam ise medya. Toksik on örneğinde de görülebileceği üzere, halihazırda aşılar ve koronavirüs gibi konular hakkında yanlış bilgiler yayan bu kuruluşlar, iklim değişikliği ile ilgili de yanlış bilgileri yaymaya devam etmekte. Öte yandan, medyanın tarafsız olma amacıyla iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgilere de yer vermesi veya editoryal süreçleri gözetmeden yayın yapması, onların da bu dezenformasyon sürecinin bir aracı olmasına neden oluyor. Bununla beraber Google, Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformları iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgileri yaymak için uygun ortamlar haline geliyor. Bu kurumların reklamlar ve onlara gelen etkileşimler üzerine kurulu olan gelir modelleri, yanlış bilgi yaymak isteyen kurumların işlerini kolaylaştırıyor. Sosyal medya platformları bilginin doğru veya yanlışlığından bağımsız bir şekilde, fosil yakıtlar veya iklim değişikliği ile ilgili alınacak önlemlerden zarar edecek şirketlerin, milyonlarca insana kolaylıkla ulaşmalarına zemin oluşturuyor. Yankı odalarındaki insanlar da bu bilgilere tekrar tekrar maruz kaldıklarında, iklim değişikliğine inanıp inanmamalarından bağımsız bir şekilde, önlem talebi veya baskı unsuru oluşturmaktan uzak kalıyorlar.

İklim değişikliğinin varlığı, insan kaynaklı olduğu ve etkileri hem bilimsel hem de toplumsal olarak geniş çevrelerce kabul edilmesine rağmen iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgiler yayılmaya devam ediyor. Yayılan bu yanlış bilgiler de hem toplumsal düzeyde hem de politika yapımı süreçlerinde eylemsizliği teşvik ediyor. Sera gazı salınımlarından ve genel olarak iklim değişikliğinden sorumlu aktörler mevcut kârlılık pozisyonlarını sürdürmek için iklim değişikliği ile ilgili yanlış bilgilerin yayılmasından faydalanıyorlar.

Sosyal medya platformlarında bilgi akışının hızlanması, hangi bilginin doğru hangi bilginin yanlış olduğuyla ilgili bilgiye erişim krizi yaratıyor. Bireyler, iklim değişikliği ile ilgili doğru bilgilere ulaşamadığında, toplumsal olarak bir hareket geliştirmek güç hale geliyor. Bu durum sadece örgütlülük ve eylemsizlik olarak değil, gündelik siyasette iklim değişikliğinin tartışılması, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılmasını da erteliyor.