3.4 Türkiye’de Komplo Teorileri

Komplo teorilerine inancın belirli kültürlere ya da siyasal gruplara ait bir özellik olmadığını belirtmiştik. Türkiye’de de komplo teorilerine inanç oldukça yaygın. 2020 yılında 28 ülkede yapılan araştırmaya göre Türkiye’de komplo teorilerine yönelik inancın yaygın olduğu görülüyor. Örneğin Türkiye’den araştırmaya katılanların %55’i ABD Hükümetinin 11 Eylül saldırılarına dahil olduğunu, %41’i insanların uzaylılarla gizli temas kurduğunu öne süren komplo teorilerine inanıyor. Türkiye’de Kasım-Aralık 2020 tarihleri arasında 1629 kişiyle yaptığımız saha araştırmasında da komplo teorilerine inancın oldukça yaygın olduğu görülüyor.

 

Şekil 3.1: Komplo Teorilerine İnanç (Görüşe katılanların oranı) (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020) 

 

Türkiye’de farklı ideolojilerden birçok aktör farklı komplo teorilerine inanıyor. Türkiye’deki komplo teorilerine yönelik inançlar sıklıkla tarihsel nedenler üzerinden şekilleniyor. Türkiye’de komplo teorilerini belirli kültürel ve ideolojik gruplara atfetmek yerine tarihsel ve yapısal koşullar içerisinde inceleyen Gürpınar (2020), günümüzde yaygın bir şekilde inancın devam ettiği komplo teorileride 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sürecinde iç ve dış tehdit anlatılarının egemen olduğunu belirtiyor. Bu dönemde oluşturulan ulusal anlatı (national master narrative) korku ve savunmasızlık duygularını tetikleyerek hem milliyetçiliği hem de her zaman ve her yerde dikkatli olunması gereken komplocu düşmanların varlığı düşüncesini oluşturuyor. Gürpınar (2020, ss. 2-3) siyasal strateji olarak kullanılan bu anlatının ilk olarak Jön Türkler tarafından oluşturulduğunu, Kemalistlerin ve İslamcıların ise komplo teorilerinin içeriğini değiştirselerde de içerideki ve dışarıdaki düşmanlar anlatısını sürdürdüklerini öne sürüyor. Bu perspektif doğrultusunda Türkiye’deki komplocu düşüncenin temellerinin 19. yüzyılın sonlarına dayandığını ve günümüze kadar devam eden ulusal anlatının söylemsel araçlarının da bunun yansıması olduğu söylenebilir.

Günümüzde etkilerini sürdüren bu anlatının, Türkiye'deki siyasal kültürün bir parçası olduğunu ve bunun "Sevr sendromu" olarak da gözlemlenebildiğini söyleyebiliriz. Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920’de Birinci Dünya Savaşı'nı sonlandıran Versay Antlaşmasının bir parçası olarak İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan ve Osmanlı Devleti’nin toprak kaybettiği, sınırlarının küçüldüğü anlaşmadır ve Ankara’daki Millet Meclisi tarafından kabul edilmemiştir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla imzalanan Lozan Antlaşması ile Sevr geçerliliğini yitirmiştir. Ancak Sevr Sendromu ifadesi, Türkiye’nin içerideki ve dışarıdaki düşmanlar tarafından bölüneceği algısına referansla kullanılır (Erdoğan, 2021; Guida, 2008; Gürpınar & Nefes, 2020; Gürpinar, 2020; Nefes, 2015). Siyasal kültürün bir parçası haline gelen ve sürekli bir korku, endişe ve tetikte olma hali yaratan bu sendrom, komplocu düşüncenin yaygınlaşmasına neden olur.

Bireyler ait hissettikleri gruplara olumlu değerler atfederler. Komplo teorileri de bu iyi hissetme halinin devam etmesine sağlar. Örneğin bireyler, etnik kimlikleri, siyasi partileri veya sahip oldukları ideolojileri, dinleri gibi ait oldukları grupların özellikleri hakkında olumlu hissetmek isterler (Douglas vd., 2019). Ait oldukları grubu değersiz ya da tehdit altında hissettiklerinde “kötülerin” kendi gruplarına karşı komplo kurduklarını düşünebilirler (Uscinski & Parent, 2014). Daha önce de belirttiğimiz gibi, komplo teorilerindeki komplo kuran aktörler genellikle kötüdür (Uscinski, 2020, s. 29). Sevr Sendromu’nda da Batılı güçlerin Türkiye’yi bölecekleri endişesi bireylerin “dış güçlerin” kötü aktörler olduğu ve komplo planladıkları düşüncesiyle şekillenir.

Vamık Volkan’ın seçilmiş travma olarak adlandırdığı durum Sevr sendromunu açıklamamıza yardımcı olabilir. Volkan (2006) seçilmiş travmayı şu şekilde tanımlıyor:

"…kuşaklar arası bir yansıma ortaya çıktığında, tarihi travmatik olayın paylaşılan akli yansıması, benim seçilmiş travma olarak adlandırdığım olguyu geliştirir. Seçilmiş travma büyük grubun kimliği için önemli bir işaret olur. Daha da ötesi, bu, toplumun aşırı yetkilendirilmiş ideoloji geliştirmesinde bir temel yaratır."

Toplumdaki Sevr sendromunun ne derece yaygın olduğunu birçok çalışmada ölçtük. Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması’nda da Sevr sendromunun geniş kitlelerce kabul edildiğini gözlemledik. Örneğin, “Avrupalı devletler, geçmişte Osmanlı Devleti’ni bölüp parçaladıkları gibi, şimdi de Türkiye’yi bölüp parçalamak istemektedirler.” görüşüne katılanların oranı %78,5. Sevr sendromunun bu kadar yaygın ve siyasal kültürün bir parçası olması, bireylerin siyasal karar alma süreçlerinde ve dış politikayla ilgili tutumlarında etkili olabilmekte (Erdoğan, 2021).

Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki siyasetçilerin konuşmalarını analiz eden Nefes (2018) komplo teorilerine yönelik inancın belirli bir ideolojik grubun ya da siyasal partinin taraftarlarının tekelinde olmadığını gösteriyor. Bu çalışmaya göre, farklı siyasal partiler derin devletin varlığı konusunda hemfikir olmalarına rağmen, ona yükledikleri anlam siyasal çıkarlara göre değişiyor. Bu da ait olunan siyasal ideolojiye olumlu anlamlar atfetmek fikriyle örtüşüyor. Öte yandan Türkiye’deki komplo teorileri azınlıklara yönelik algıların oluşmasına da neden oluyor. Örneğin Yahudiler (Nefes, 2012, 2015) ve Ermeniler (Nefes, 2021) hakkındaki komplo teorileri bu gruplara yönelik olumsuz algıların oluşmasına neden oluyor.

Son olarak, komplo teorilerinin psikolojisine yönelik yapılan çalışmalardan bahsedebiliriz. Alper ve arkadaşları (2021) Türkiye’de yürüttükleri Covid-19 hakkındaki komplo teorilerine inanma eğilimleri ve bu teorilere olan inançların tedbir pratikleriyle olan ilişkisini ele alan çalışmalarında, Covid-19 komplo teorilerine olan inancın bazı karakteristik özelliklerle ilgili olduğunu, ancak tedbir pratikleriyle komplo teorilerine inanma eğiliminin ilişkili olmadığını belirtiyorlar.

Sonuç olarak, Türkiye’de siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji gibi disiplinlerde komplo teorilerini anlamaya yönelik çalışmaların gelişmesi komplo teorilerini önlemeye ve iktidar ilişkilerinde komplo teorilerinin ve söylemin nasıl araçsallaştırıldığını anlamamıza yardımcı olacaktır.