1.2 İnfodemi

Koronavirüsün bulaşıcılığının hızla artması ve kısa sürede hastalığın bir pandemiye dönüşmesiyle 15 Şubat 2020 tarihinde gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı’nda, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) pandemiyle mücadele sürecinde hızla gerçekleşen bilgi akışının yarattığı olumsuz sonuçlara dikkat çekti. Yalan haberlerin koronavirüsten daha hızla yayıldığı ve bu durumun tüm dünyayı alarma geçirecek seviyede endişe verici olduğu ifade edildi. DSÖ direktörü Tedros Adhonom Ghebreyesus, konferansta tarihe geçen şu cümleyi kurdu: “Biz yalnızca pandemiyle değil, aynı zamanda infodemiyle savaşıyoruz.” (We are not just fighting an epidemic; we are fighting an infodemic.) Bu belki de toplantıya katılan uluslararası kuruluşlar, hükümet temsilcileri ve basın mensupları için veya toplantıyı sosyal medya platformları üzerinden dünyanın dört bir yanından çevrimiçi olarak takip eden gazeteciler veya sıradan insanlar için infodemi kavramıyla ilk kez karşılaştıkları andı. Tedros, konuşmasının devamında Facebook, Google, Twitter, Tiktok gibi şirketlerle iş birliği içerisinde çalışmanın, Covid-19 pandemisinde dolaşan söylentiler ve yanlış bilgiler için elzem olduğunu vurgularken, topyekûn mücadele edilmesi gereken bir düşmandan söz ediyor gibiydi.

Elbette infodemi yeni bir kavram değil. Fakat Tedros’un bu konuşması, salgın ve bilgi kelimelerinin birleşiminden oluşan, yani İngilizcede “pandemic” ve “information” sözcüklerinden “infodemic” olarak türetilen bu kavramı (Rothkopf, 2003) dünya gündemine yerleştirdi. Nitekim DSÖ, Covid-19’u Uluslararası Halk Sağlığı Acil Durumu (Public Health Emergency of International Concern) ilan ettikten hemen sonra, DSÖ iletişim ekibi, pandemi sürecinde hedef grupların doğru bilgiye erişimini kolaylaştırmak için EPI-WIN adlı bir platform oluşturdu. DSÖ’nün Tehlikeli Bulaşıcı Hastalıklar Yönetimi direktörü Sylvie Briand, dünyada sağlık alanında saygın yayınlardan biri olan Lancet dergisindeki röportajında ise durumu şöyle özetledi:

“Her salgın beraberinde bir bilgi tsunamisiyle gelir, bu bilgilerin içerisinde mezenformasyon, söylentiler vesaire de bulunur. Bu Orta Çağ’dan beri böyle. Fakat günümüzde sosyal medya nedeniyle oluşan fark, yayılma hızı ve bu yepyeni bir mücadeleye ihtiyacı doğuruyor. Dolayısıyla artık yalnızca insanları bilgilendirmek değil, aynı zamanda doğru şekilde davranmasını da sağlayacak şekilde bilgilendirmek de önemli.” (Zarocostas, 2020).

Yanlış bilgileri yayan aktörlerin –ki bunların büyük bir çoğunluğu sıradan sosyal medya kullanıcıları veya WhatsApp’taki mesaj gruplarındaki eş, dost, akrabalar– bilginin yanlış veya doğru olduğunun farkında olmaması da önemli bir faktör. Pandemi döneminde infodemiyle mücadele konusuna öncülük eden aktörlerden biri olan DSÖ, güvenilir bilginin yayılmasını sağlayabilmek için, gerek medya alanında çalışan kişileri gerekse de sıradan kullanıcıları bilgilendirmek ve güçlendirmek amacıyla çeşitli çalışmalar yürütüyor. DSÖ, infodemi hakkında hazırlanan raporlar, çevrimiçi eğitim videoları, araçlar ve kitapçıklar gibi pek çok malzemenin yer aldığı internet sitesini sürekli güncel tutmaya devam etmekte.

İnfodemi kavramını ele alırken, DSÖ’nün tanımından yararlanmak özellikle de Covid-19 bağlamında düşünüldüğünde faydalı olabilir. DSÖ’nün tanımına göre infodemi insanların bir kriz karşısında güvenilir kaynaklar ve rehberlik aradığı bir dönemde kısmen yanlış ve kısmen doğru çok fazla bilgi ile karşılaşmaları nedeniyle bu arayışın zorlaşması anlamına geliyor.

Bu tanımı yakından incelediğimizde, öncelikle burada bir krizden yani ani gelişen, kısa vadede çözümlenemeyen, uyum ve önleme mekanizmalarının yetersiz kaldığı bir durumdan söz ediliyor. Böyle bir kriz durumunda doğal olarak bilgi arayışımız artıyor. Hızlıca kendimizi, ailemizi ve arkadaşlarımızı koruyacak bilgilere ulaşmaya çalışıyoruz ve eriştiğimiz bilgileri onlarla paylaşıyoruz. Özellikle ulusal veya küresel çapta yaşanan kriz anlarında, içinde bulunduğumuz internet çağında üretilen bilgi hacmi de inanılmaz seviyelere ulaşıyor. Bizler Covid-19 pandemisinde bu bilgilerin özellikle çevrim içi kanallar ve sosyal medya aracılığıyla çok hızlı ve denetimden uzak bir biçimde yayıldığına hep birlikte şahit olduk ve olmaya devam ediyoruz. Salgının ilk döneminde Covid-19 başlığıyla YouTube’a yüklenen video sayısının 361 milyon olduğundan veya Mart 2020’de Covid-19 hakkında 550 milyon tweet atılmasından bahsediyoruz ki bunlar çok ciddi sayılar (Pan American Health Organization, 2020). Bunların içerisinde doğruluğu kanıtlanmamış pek çok bilgi yer alıyor. Örneğin, "İnfodemi" İle Etkin Mücadele İçin Bireylerin Yanlış Bilgi Karşısındaki Tutumlarının ve Bu Tutumların Belirleyicilerinin Belirlenmesi: Covid-19 Örneği" başlıklı araştırma projemizde, araştırmanın hemen başında, koronavirüsün ilk dalgasını yaşadığımız 10 Mart-5 Haziran 2020 tarihleri arasında 5 milyon tweet incelediğimizde Türkçe atılmış olan tweetlerin %5,7’sinde yanlış bilgi ile karşılaştık (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020). Araştırmaların ortaya koyduğu sayılar, pandeminin ilk döneminde oluşan bilgi kirliliğinin de bir göstergesi aynı zamanda.

Tam bu noktada şunun altına çizmek gerekiyor: İnfodemi sadece yanlış bilgi salgını anlamına gelmiyor. Kriz anlarında hızla yayılan bu bilgiler, yalnızca büyük olasılıkla yanlış olduklarından dolayı değil, çok yüksek hacimde oldukları ve doğru bilgiye erişimi zor hale getirdikleri için olumsuz bir kavram olarak tartışılıyor. Bu denli yüksek hacimde bilginin dolaşıma girmesinin kriz karşısındaki “aciz” bireylerin doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmasını hayli zorlaştırarak, bu durumu bir sağlık sorununa dönüştürebildiğine dikkat çekiliyor.

Özellikle pandeminin ilk dönemlerinde kendi tecrübelerimiz üzerinden yaşadıklarımızı bir hatırlayalım. Covid-19 hakkında her gün sayısız haber, görsel, video ve metin karşımıza çıkıyordu; televizyon kanallarında uzman olan veya olmayan herkes yalnızca bu konudan bahsediyordu. Elbette bu denli önemli ve küresel bir kriz durumunda, bir yandan kendimizi ve sevdiklerimizi güvende tutmak ve korumak isteğiyle türlü kaynaklardan bilgi arayışına girmiş; bir yandan da yaşadığımız endişe ve korku duyguları ile baş etmeye çalışır haldeydik. Bilinmeyenin yarattığı korkuyu azaltma çabasının bizleri hızla haber alma ihtiyacına yönelttiğini biliyoruz. Öte yandan korktuğumuz zaman, risk algımızı şekillendiren medya ile kurduğumuz ilişki de önemli hale geliyor (Erdoğan, 2019). Hele ki sağlık gibi hayati bir konu hakkında, kriz anlarında yayılan haberler ve bilgiler arasından doğruyu süzmek gerçekten zor hale geliyor.

Elbette salgınlar, infodeminin yayılımına tanıklık ettiğimiz tek konu değil. Günümüzde doğal afetler, terör saldırıları, iklim değişikliği gibi farklı krizlerde de infodemilerin yaşandığını görüyoruz. Örneğin 2021 yılı yaz aylarında Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde görülen yangınlarda yoğun bir bilgi akışıyla karşılaştık, bu bilgilerin bir kısmı da yanlıştı. Yangınlar sürerken oluşan infodemi ortamında komplo teorileri üretilmeye, kutuplaşmayı artıran söylemler yayılmaya başlamıştı. Aynı dönemde Taliban yönetiminden kaçan Afganların Türkiye’ye göçü söz konusuydu. Söz konusu yangınların iklim kriziyle ilişkili olduğu ifade edilse de, yangınları Afganların çıkardığına dair söylentiler hızla sosyal medyada yayıldı, bazılarının yakalandığını iddia eden videolar YouTube’a yüklendi (Türkmen, 2021). Yangının olduğu yerden kaydedildiği iddia edilen ancak eski tarihli olan görseller, yangınların failleriyle ilgili komplo teorileri, yanlış veriler paylaşıldı. Bunlar hem yangınlara neden olan faktörler hem de müdahale yöntemleriyle ilgili yangınların kamuoyunda yanlış değerlendirilmesine neden oldu. Benzer bir durum iklim değişikliği için de geçerli. Bilim insanlarının neredeyse tamamı iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğu ifade etse de iklim inkarcılığı hâlâ devam ediyor ve bunlar iklim değişikliğine karşı önlem alınmamasına neden olabiliyor.

Koronavirüsün bulaşıcılığının hızla artması ve kısa sürede hastalığın bir pandemiye dönüşmesiyle 15 Şubat 2020 tarihinde gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı’nda, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) pandemiyle mücadele sürecinde hızla gerçekleşen bilgi akışının yarattığı olumsuz sonuçlara dikkat çekti. Çevrimiçi mecralarda, sosyal medya platformlarında kişi veya kurumlar bilgiyi hızlıca üretebilir ve dahi aynı hızla onu yayabilir durumda. Bu çağın bize sunduğu, bilgiye kolay erişim ve hız olanakları ilk başta olumlu değişimler yaratacak gibi görünse de, zaman içerisinde bilginin güvenilirliğinin sorgulanmasına ve doğru bilgiyi nereden bulabileceğimiz sorusunun gündeme gelmesine neden oluyor (Wardle, 2020). Akıllı telefonlar, sosyal medya platformları, internet ve çevrim içi mesajlaşma uygulamaları gibi araçlar ile hızla yayılan doğruluğu kanıtlanmamış pek çok bilgi, çok kısa bir sürede küresel çapta bir krize neden olabiliyor. Bu durum bilgi ekosistemleri üzerine çalışılması ihtiyacını çok acil hale getiriyor (Baines & Elliott, 2020).

İnfodeminin Yarattığı Zorluklar

İnfodeminin neden olduğu en önemli olumsuzluklardan biri kurumlara duyulan güven duygusunun azalması olarak karşımıza çıkıyor. Covid-19 pandemisinin etkilerini tüm hızıyla yaşadığımız 2020 yılı Ağustos ayında, Lancet dergisinde yayımlanan bir makalede, infodeminin sağlık kuruluşlarına ve programlarına güveni çok ciddi bir şekilde zedelediği yer aldı. Yine aynı makalede, uzman olmayan kişiler tarafından üretilen, tıbbi ve bilimsel olduğu iddia edilen ve doğruluğu kanıtlanmamış bilgilerin, özellikle pandemi gibi bir kriz döneminde yıkıcı etkiler yarattığı ele alındı (The Lancet Infectious Diseases, 2020).

Kurumlara ve sağlık otoritelerine duyulan güvenin azaldığı bir kriz ortamında, kötü niyetli aktörlerin bazı kurumlara, kişilere veya gruplara zarar vermek amacıyla dolaşıma soktuğu yanlış bilgilerin yayılım hızı da artıyor. Dezenformasyon olarak kavramsallaştırılan ve ileride detaylı olarak inceleyeceğimiz bu bilgiler ekosistemi kirlettikçe, bireyler kurumlar tarafından aktarılan bilgilere daha çok şüphe duyuyor. Çevrimiçi mesajlaşma gruplarında bir konu hakkında dolaşan söylentiler, yanıltıcı içerikler veya komplo teorileri, endişe ve korku halinde olan kişiler tarafından normalden daha kolay ve hızlı biçimde benimsenebiliyor. Yanlış bilgiler ve infodemi nedeniyle güvenilir bilgiye erişim zorlaştıkça, insanların anksiyete veya depresyon gibi psikolojik sorunlar ile karşı karşıya kalması durumu da söz konusu (Pan American Health Organization, 2020).

Covid-19 pandemisinde yaşanan infodemi krizi karşısında etkin çalışma yürüten bir diğer uluslararası aktör olan UNESCO, dezenformasyon ve infodemi kelimelerinden üretilen “dezinfodemi” (disinfodemic) kavramı çerçevesinde bu konuyu ele alıyor ve salgının erken döneminde yayınladıkları raporlar ile konunun önemine ve acil müdahale ihtiyacına dikkat çekiyor. Bilgi nasıl bir güçlendirme aracı ise, “dezinfodeminin” de güçsüzleştirme aracı olduğunu vurgulayan UNESCO’ya göre, salgın döneminde yayılan infodemi pek çok kişiyi aldatıyor ve bilimsel dayanağı olan koruyucu tedbirlere ve önlemlere uyumu azaltıyor. Bu durum geri dönülemez sağlık sorunları yaşanmasına hatta ölüme varan sonuçlara neden olabiliyor (UNESCO, 2020). Güvenilir kaynaklara erişim zorlaşırken, insanlar veya sağlık çalışanları da ihtiyaç duydukları rehberliği almakta güçlük çekiyorlar. Bilgi kirliliğinin hayli yüksek olduğu bu ortamda hızlı ve doğru karar alınması gereken durumlarda yaşanan olumsuz sonuçlar da infodeminin neden olduğu sorunların başında geliyor (Pan American Health Organization, 2020).

Kriz dönemlerinde, özellikle de küresel çapta etkileri olan Covid-19 gibi örneklerde yayılan yanlış bilgilerin kutuplaşma ve nefret söylemini de arttırdığının altını çizmek gerekiyor. Covid-19 hakkında çevrim içi ortamdaki dezenformasyonun, ırkçılık, cinsiyetçilik veya yabancı düşmanlığı gibi tutumları körüklediğine dikkat çekiliyor (Jost vd., 2020). İnternet ortamında ve sosyal medya platformlarında, herkesin denetimsiz ve filtresiz biçimde dilediğini yazma ve söyleme imkânının olması, infodeminin yoğun olduğu dönemlerde ayrışmayı daha da körükleyebiliyor. Bu dönemlerde komplo teorilerinin etkisi ve yayılımı artırıyor ve bu teoriler bazı toplumları hedef aldığında, örneğin Hindistan’da koronavirüsü yaymakla suçlanan Müslüman topluluklar gibi ırkçılık ve ayrımcılık gibi olumsuz tutumlarla da karşı karşıya kalınabiliyor.

Çoğumuzun hatırlayacağı gibi pek çok ülkede özellikle de pandeminin ilk dönemlerinde özellikle Çinlilere karşı yoğun bir nefret söylemi yaşandı. Her ne kadar DSÖ, virüsün herhangi bir ırk veya coğrafya ile ilişkilendirilmemesi gerektiğini ifade etse de, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk kez 16 Mart 2020’de kullandığı “Çin Virüsü” söylemi sosyal medyada karşılık buldu ve ırkçı söylemlerin artmasına neden oldu (Reja, 2021). Japonya’da Çinli turistlere karşı “Çinliler Japonya’ya Gelmeyin” (#ChineseDon’tCometoJapan) etiketi sosyal medyada yayılırken, İtalya, Kanada gibi ülkelerde Çinli ailelere saldırılar söz konusuydu. Çin restoranları da bu dönemde ekonomik açıdan ciddi zarara uğramaktaydı. Salgının ilk dönemlerinde yaşanan bu olumsuzlukların, Türkiye’de de dışlama ve saldırılara dönüştüğü örneklere de rastlamak mümkün.

 

ÖNERİ – İZLEYELİM
Türkiye’de yaşayan Çinlilerin hazırladığı, Çin Vizyon Ekibinin çektiği “Virüsü Dışla, Çinliyi Değil” videosunu izleyebilirsiniz.

 

Gerçeğin ve bilimselliğin tartışmalı hale geldiği hakikat sonrası çağda geldiğimiz şu noktada, popülist söylemleri güçlendiren, kutuplaşmayı körükleyen ve demokratik kazanımlara zarar veren yanlış bilgilerin rağbet gördüğüne ve hızla paylaşıldığına şahit oluyoruz (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2020). Bilginin böylesi kolay üretilebilir hale gelmesi, bu kolaylığın yol açtığı olumsuz etkileri ve bazen geri dönülemez sonuçları önleyebilmek için farklı müdahale araçlarına ve mücadele alanlarına ihtiyacı ortaya çıkarıyor. Biz de tüm bu kavramları detaylıca düşünebilmeyi, tartışabilmeyi ve mücadeleye katkı sunabilmeyi önemsiyoruz.

Pandemi döneminde yaşadığımız infodemi ilk değildi; son da olmayacak. Gündelik hayatımızda, sosyal medyada bilgi düzensizliklerine (information disorders) yol açan birçok yanlış bilgiyle karşılaşıyoruz. İletişimde yaşanan tüm bu kargaşayı kısaca bilgi düzensizlikleri çatı kavramı ile ele alacağız. Yanlış bilgilerin hangi aktör tarafından hangi motivasyonlarla yayıldığını ve yanlış bilgilerin karşımıza ne türde çıkabileceğini incelemek hem yanlış bilgilerin nasıl yayıldığını anlamamızı hem de hızla farketmemizi sağlayabilir.