2.3 Medya Sistemi ve Sosyal Medya Platformları

Haber almak, iletişim kurmak içinde bulunduğumuz dünyayı ve çevremizi anlamlandırmak için ihtiyaç duyduğumuz temel gereksinimlerden biri. Neyi bilmek istiyoruz sorusunun yanıtı, aynı zamanda o bilgiye nasıl ve nereden ulaşacağımızla doğrudan ilişkili. Elbette sahip olduğumuz her bilgiyi deneyimleyerek öğrenmemiz mümkün değil. Peki, kendi tecrübelerimizin yeterli olmadığı durumlarda bilgiye nasıl erişebiliriz? Bu sorunun cevabı bizi medya olgusuna götürüyor. Tarihsel süreçte çeşitli değişimlere uğramış olan medya, insanların yaşamı anlamaları ve sürdürebilmeleri için çok önemli bir imkân sağlıyor aynı zamanda.

Gerçek dünya hakkındaki algılarımızın az bir kısmı doğrudan deneyimlerimize dayanıyor. Gazete, radyo, televizyon, dijital mecralar ve sosyal medya platformları bizlerin sadece bilgi aldığı kaynaklar değil. Bunlar aynı zamanda yaşadığımız dünyanın bize nasıl olduğunu gösteren, sosyalleşmemizi sağlayan araçlar. Moscovici (1988), gündelik hayatımızda başkalarıyla kurduğumuz etkileşim ve diyalog ile ortaya çıkan kavramlar ve ifadelerin sosyal temsilleri oluşturduğunu ifade eder. Temsiller, en basit haliyle, gerçekleri, insanları, mekanları veya olayları tasvir etme sürecidir (Laughey, 2009). Örneğin bilimsel bilgilerin sıradan insanlar tarafından tanımlanabilir hale gelmesi bu temsiller aracılığıyla gerçekleşir. Böylelikle kişiler arası kurulan iletişim ve kitlesel medya aracılığıyla bu bilgiler toplum içerisinde dolaşıma girerek zihinlere yerleşir. Bu noktada medyanın önemli bir işlevi vardır. Medyayı insanların olayları, toplumu ve dünyayı gördükleri bir mercek olarak düşünebiliriz. Ancak, medya sadece bilgileri veya haberleri kaynaktan alıcıya taşıyan bir aracı da değil. Bir sektör olarak medyanın ürettiği metinler alınıp satılabilen bir metaya dönüşebiliyor ve medya sektörü egemen kültürün normlarının oluşmasını, yayılmasını sağlayan bir tahakküm aracı olarak işlev görebiliyor. Kitlesel medyayı gerçeğin toplumsal inşasını normalleştiren bir alan olarak gören Fürsich’e (2010) göre medya, hangi konunun kamuoyu gündemine taşınacağına, hangisinin öncelikli bir sorun olduğuna karar veren bir güç olarak karşımıza çıkar. Dolasıyla kimlerin medyada temsil edildiği ve kimlerin bu temsilin dışında kaldığı, toplumda oluşan algının yönetilmesinde etkin rol oynar.

 

ÖNERİ – KENDİMİZİ DEĞERLENDİRELİM
Bu testi çözerek Türkiye’de medya kullanıcılarının yanlış bilgilerin yayılmasını nasıl değerlendirdiği hakkındaki bilgilerinizi ölçebilirsiniz.

 

Dijital medyanın ortaya çıkışına kadar olan süreçte, radyo, televizyon, gazete gibi geleneksel medya araçlarının tek yönlü iletişimleri, medya tüketicileri olarak bizleri pasif konumda tutuyordu. Dijitalleşmeyle birlikte medyanın geçirdiği gelişim ve dönüşüm, içinde bulunduğumuz çağda medyayı bir bilgi ve iletişim kaynağı olmaktan çok daha fazlası haline getirdi. Geleneksel medya araçlarının hâkim olduğu dönemde, yani bilginin yalnızca gazete, dergi, radyo ve televizyon gibi tek taraflı kaynaklardan edinildiği yakın tarihte, medyadaki aktörler sınırlı sayıdaydı. Fakat 1980’li yıllarda internetin ortaya çıkmasıyla birlikte iletişim araçları dönüşüm geçirmeye başladı. 1990’lar ve özellikle 2000’lerde küresel düzeyde artan internet erişimi beraberinde yeni medya araçlarını ve tüketim alışkanlıklarını getirdi. Dijitalleşme ve sosyal medya kullanımı ile birlikte bizler internet kullanıcıları olarak, bir yandan haber tüketicisi konumumuzu korurken, diğer yandan haber ve medya üreticisi konumuna geldik (Praprotnik, 2016). Böylelikle bizler tüketici konumundan çıkararak bilgi üretim süreçlerine dahil olabileceğimiz bir ortama erişebiliyoruz. Bizler de artık bu platformlarda içerik üretebiliyoruz, diğer üreticilerin içerikleriyle etkileşime girerek beğeniyoruz veya karşı çıkabiliyoruz, hangi üreticileri takip edebileceğimize karar verebiliyoruz. Peki, bunları hiçbir bedel ödemeden nasıl yapabiliyoruz? Elbette, sosyal medya şirketleri bizlere karşılıksız bir hizmet sunmuyor. Geleneksel medyada radyo, televizyon ve gazetenin ürettiği metinler meta iken, sosyal medya platformlarında kullanıcıların ürettiği içerikler ve üretilen içeriklere verdikleri tepkiler meta haline geliyor. Sosyal medya platformlarında geçirdiğimiz zaman, ürettiğimiz içerikler bu platformların reklam geliri elde etmesini sağlıyor. Bunu yapmak için de algoritmaları sayesinde sürekli dikkatimizi çekmeye çalışıyorlar (Fuchs, 2020; Srnicek, 2016).

Sosyal medya platformlarının ortaya çıkışı şüphesiz bilgi ekosisteminin üretim ve dağıtım ağlarında önemli değişimler yaratmış durumda. Geçmiş dönemlerde karşılaşmadığımız büyüklükte bir bilgi yığınına maruz kalıyoruz. Nobel ödüllü ekonomist ve psikolog Herbert Simon (1971) oldukça erken bir dönemde artan bilgi hacminin alıcıların dikkatini tükettiğini belirtiyor. Dolayısıyla bilgi hacminin artması, dikkat eksiliği yaratıyor. Dikkatimizin ve zamanımızın sınırlı olduğunu düşünürsek, dijital ve sosyal medya platformlarındaki bilgi yığınları da doğru ve kaliteli bilgiye ulaşmamızı zorlaştırıyor. Böylece hangi bilginin doğru hangi bilginin yanlış olduğunu fark edemez duruma geliyor ve sıklıkla bilgi düzensizlikleriyle karşılaşıyoruz.

Elbette yanlış bilgi dijital ve sosyal medya platformları ile ortaya çıkan bir sorun değil. Radyo, gazete, televizyon gibi geleneksel medya kanallarında da bilgi düzensizlikleri yaşanıyor. Bazen kasıtlı bir şekilde bazen de editoryal süreçlerde yaşanan aksaklıklar nedeniyle bu kitle iletişim araçlarında da yanlış bilgi önemli bir sorun. Ancak, uzun yıllar gazetecilik alanı üzerinden çalışılan yanlış bilginin yayılımı konusu, sosyal medya platformlarında bilginin erişilebilirliği ve otomasyona dönüşerek kitleleri etkileme potansiyeli sebebiyle yeni tehditler oluşturmuş durumda (Wu vd., 2019). İleride değineceğimiz üzere, sosyal medya platformlarındaki bilgi yığınları ve bunların hızlı bir şekilde yayılması bizi daha büyük bir sorunla karşı karşıya bırakıyor. Sadece bilgi düzensizlikleri ile ilgili değil; öteki olarak algıladığımız kimliklere yönelik nefret söylemi ve linç de bu platformlarda şiddetini artırıyor ve hızlıca yayılıyor.

İnfodemi olarak adlandırdığımız bilgi salgının da ana kaynağı dijital ve sosyal medya platformları. Geçtiğimiz salgınlarda, doğal afetlerde, terör saldırılarında tanık olduğumuz gibi kriz anlarında bilgi talebi ve arzı artıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak zor hale geliyor. Koronavirüsün küresel bir salgına dönüşmesi ve uzunca bir süre gündemde kalması yanlış bilgilerin (yeniden) üretimine ve tüketimine yol açtı. Dijitalleşmenin ve sosyal medya platformlarının bilgiyi hızlıca yayması, yanlış bilgilerin, komplo teorilerinin bir ülkeden başka bir ülkeye, bir platformdan başka bir platforma kolaylıkla geçmesine neden oldu. Bu nedenle infodeminin nasıl oluştuğunu anlayabilmek için dijitalleşmeyi ve sosyal medya platformların mimarilerini incelemek gerekli. Bu çerçevede ilk olarak geleneksel medyadan yeni medyaya geçişte yaşananlara, dijitalleşmenin yanlış bilginin yayılmasına etkilerini ve internet teknolojisinin geçirdiği aşamaları ele alacağız.

2.2.1. Geleneksel Medyadan Dijital Dünyaya: Neler Değişti?

Geleneksel medya araçlarında bizler çoğunlukla tüketici konumundayız. Yani gazete, dergi, radyo ve sonrasında gelişen televizyon gibi kitle iletişim araçlarında, bilgiye erişim imkanına sahip olan aktörler, örneğin medya kuruluşları, gazeteciler, haberciler gibi, elde ettikleri bilgiyi okuyuculara, dinleyicilere ve izleyicilere sunarlar. Bu durumda bilgi tek taraflı üretilir ve bilgiyi tüketenler yani biz sıradan okuyucular, izleyiciler yalnızca, üretilen o bilgiyi hangi kaynaktan alacağımıza veya alıp almamaya karar veririz. Hangi gazeteyi okuyacağımıza, haberleri hangi televizyon kanalından takip edeceğimize biz karar verebiliriz ancak bu araçlar aracılığıyla üretilen bilgi üzerinde bir rolümüz bulunmaz. Türkiye’de televizyonun tek kanallı dönemini bizzat yaşamaya yaşı yetenler, herkesin haber izlemek için günün aynı saatinde ekran başına toplandığı, devlet kanalının aktardığı haberlerle gündemi takip ettiği bir dönemden bahsederler aslında. İlerleyen zamanlarda çok kanallı dönemle birlikte seçenekler arttı, kanallar çeşitlendi.

Aynı çeşitlilik gazete ve dergi gibi yazılı medya araçları veya radyo gibi işitsel araçlar için de geçerli oldu. Böylelikle artık bireyler izlemek istedikleri televizyon kanallarını, dinlemeyi tercih ettikleri radyo kanallarını tercih etme imkanını arttırdı. Geleneksel medyada var olan editoryal süreçler, bu iletişim araçları çeşitlense de sunulan bilginin doğruluk ve güvenilirlik bakımından belirli bir süzgeçten geçirilmesine neden oluyordu. Elbette yanlış bilgi, sahte haber, aldatıcı haber başlıkları o dönemde de vardı ancak dijital medyanın günümüzde geldiği nokta ile kıyaslandığında, o dönemde oluşan bilgi düzensizliklerinin yayılma hızının bugüne kıyasla daha yavaş olduğunu ve etkilediği kitlenin daha sınırlı olduğunu söyleyebiliriz (Posetti, 2018). Nitekim sosyal medyayla birlikte yaşanan dijital dönüşümde, geleneksel medya kanalları için bilginin doğruluğu ve güvenilirliğini kontrol etmek ve bunu bir bağlama oturtarak paylaşma zorunluluğu ortaya çıktı (Bradshaw, 2012).

1990’lı yıllara gelindiğinde ise internet teknolojisi yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladı. İnternetin 1993-2003 yılları arasındaki döneme işaret eden Web 1.0 teknolojisinde, kullanıcılar aslında geleneksel medya dönemine benzer biçimde bilgi üretimi konusunda pasif konumdaydılar, çünkü bu dönemde internette bilgi üretimi kısıtlıydı. Ancak burada 80’li ve 90’lı yıllarda kullanılan ve Türkçeye “Bilgisayarlı Bilgi Sistemi” olarak çevrilen, BBS (Bulletin Board System) teknolojisinden bahsetmekte fayda var. Telefondan modeme bağlantı sağlanarak bilgisayar üzerinden diğer kişilerle iletişim kurmayı sağlayan bu teknoloji, ilk kez 1978 yılında kullanıldı. “İnternetten önceki sosyal medya” olarak da tanımlanan bu teknolojiden, 1978-2004 yılları arasında 100.000’den fazla sistem üzerinden faydalanıldığı belirtiliyor. Elbette bu teknoloji, bugünün kitlesel internet kullanımıyla kıyaslandığında daha yerel kalıyordu. Ancak dijital ortamda bilgi arayışı ve bilgiye erişim bağlamında BBS’in günümüz internet teknolojisine doğru önemli bir adım olduğunu belirtmek gerekir.

İnternete erişimin pahalıya mal olduğu bu dönemde kullanıcılar genellikle tek yönlü olarak bilgisayarla iletişim kuruyor, bilgi arayışını tamamladığında ise kurulan ilişki sonlanıyordu. İnsan ve makine arasındaki bu ilişkide bilgi kurumsal düzeyde üretilir ve internet siteleri aracılığıyla dağıtılır haldeydi. İnternetin “kavrama” dönemi olarak da adlandırılan Web 1.0’de internet sitelerinde yer alan ve başkaları tarafından üretilmiş bilgiler, dışsal yapıların etkilediği bir bilişsel süreçten geçerek kullanıcılar tarafından tüketiliyordu (Raffl vd., 2008). Dolayısıyla bu dönemde bilginin sıradan kullanıcılar tarafından alındığı fakat yayılma imkânı bulunmadığı için bilgi düzensizlikleri bağlamında internetin henüz ana bir aracı haline gelmediğini söyleyebiliriz. Web 1.0 teknolojisi o dönemde her ne kadar kısıtlı sayıda kullanıcı için erişilebilir olsa da tüm dünya için yeni bir çağın başlangıcına işaret etmekteydi. Nitekim 2000’li yılların başlarında Web 2.0 teknolojisi ile internet kullanımı tüm dünya için bambaşka bir yöne evrildi.

İlk olarak O’Reilly Media ve MediaLive International tarafından yürütülen bir konferansta ortaya çıkan Web 2.0 kavramı ile internet teknolojisinde yeni uygulamalar, siteler ve düzenlemelere işaret ediliyordu. Sosyal paylaşım ağları, bloglar, haritalar, Wikipedia ve benzeri bilgi kaynakları ile kullanıcılar tarafından ortak bilgi üretimi ve tüketimini işaret eden Web 2.0, uygulama ve ilkelerle birbirine bağlanan ve üretilen bilginin tüm kullanıcılara ulaştırıldığı bir tür güneş sistemi örneğine benzetiliyordu. Bu sistemde artık kullanıcılar, bilgi üretimi ve dağıtımı konusunda pasif konumdan çıkmakta, hem kendileri bilgi üretir ve dağıtır konuma geçmekte hem de aynı imkana sahip diğer kullanıcılarla etkileşim kurabilir hale gelmekteydi. İnternet ortamında etkileşim ve iletişimin yeni bir boyuta evrildiği bu dönem, aynı zamanda günlük hayattaki sosyal ağların da dijital ortama taşınması olanak sağladı. Bu dönem ile internet teknolojisi herkesin kullanımına ve katılımına açık bir ortama dönüşüyor, yeni bir özgürlük ve eşitlik ortamına işaret ediyor, yenilikçiliği vurguluyordu. Web 2.0 teknolojisinde sosyal medya platformlarının da ortaya çıkışıyla birlikte sıradan kullanıcılar, çeşitli sanal ortamlarda kendi profillerini oluşturur, video, metin, görsel gibi içerikleri üretebilir ve bunları zaman ve mekândan bağımsız olarak paylaşabilir hale geldi. İnternet ortamındaki etkileşim, günlük hayattakinin bir benzerine dönüşerek sanal karakterlerin de sosyalleşmeye dahil olduğu bir alan yarattı. Facebook, YouTube, Twitter gibi paylaşım siteleri, Google, Yahoo gibi arama motorları, kullanıcıların ihtiyaç duydukları bilgiye hızlı bir biçimde ulaştıkları ve istedikleri an bunu yakınlarıyla, takipçileriyle paylaştıkları en önemli mecralar oldu. Böylelikle geleneksel medyadaki editoryal süreçler dijital medyada yavaş yavaş yok olmaya başlarken, bilgi üretimi ve dağıtımında kullanıcı türevli içerikler yurttaş gazeteciliği gibi yeni bilgi üretim formlarıyla etkin hale geldi (Erbaysal Filibeli, 2018). Bu ilk başta olumlu gelişmelere aracı olması beklenen bu yenilikler, zaman içerisinde bilgi düzensizliklerinin ve infodeminin yayılımı için oldukça elverişli bir ortam yarattı.

İnternet teknolojisi hızla gelişmeye ve dönüşmeye devam ederken, 2010’lu yılların ortalarına gelindiğinde Web 3.0 teknolojisiyle tanıştık. Bu dönemde, Web 2.0’nin özelliklerinin yanı sıra artık üretilen bilgilerin ve içerik kontrolünün yazılımlara geçtiğinden, yani insan kontrolünün yerinin yapay zekâ sistemlerinin aldığı bir internet ortamından söz edebiliriz. Böylelikle Web 1.0’da insan ve makine arasında gerçekleşen iletişim, Web 2.0’de insan ve insan arasına taşınırken, Web 3.0’da makine ve makine arasında gerçekleşen bir ilişki biçimine dönüşmüş oldu. Web 3.0 teknolojisiyle hayata geçirilen veri tabanları ile artık kullanıcıların internet ortamında yaptığı aramalar, tercihler, beğeniler takip edilmeye ve bu tercihlere uygun öneriler kullanıcıların önüne çıkarılıyor. Bu durumda kullanıcılar, dijital medya araçlarında takip ettikleri, etkileşime geçtikleri veya ürettikleri bilgilere uygun ve onları doğrulayan bilgilerle karşılaşır haldeler. Bu da onların düşünce ve görüşlerinin tekrarlanmasına ve güçlenmesine yarayan filtre balonlarını oluşturabiliyor (Pariser, 2011). Kişiselleştirilmiş içerikler ile kullanıcılara uygun çözümler üretilen bir teknolojiye geçilmiş olsa da madalyonun diğer yüzünde kullanıcıların politik ve ideolojik tercihlerine uygun içerikleri takip etmesi ve paylaşması, filtre balonlarının etkisini artırmasına neden oluyor. Sosyal medyada yazılımlar ile desteklenen bot ve trol hesaplar, bilgi kirliliğinin artması ve yanlış bilginin yayılımının hızlanmasında önemli aktörlere dönüştü. Yine sosyal medyada oluşan filtre balonlarında kullanıcılar, kendi seslerinin yansımalarını duydukları ve farklı seslerden uzak kaldıkları bir dijital ortamda, güvenilirliği kanıtlanmamış pek çok bilgiyi doğru kabul eder ve paylaşarak yayar hale geldi.

İnternetin bu dönüşümü yalnızca bireyler için değil, aynı zamanda kurumlar, hükümetler, organizasyonlar ve en önemlisi medya için de yeni iletişim yöntemleri geliştirmeyi zorunlu hale getirdi. Bilgi üretiminin en önemli aktörlerinden biri olan medyanın, dijitalleşmeyle birlikte karşı karşıya kaldığı tehditler, medyanın bilgi gücünü korumak için yeni yöntemler geliştirmesiyle sonuçlandı. Dijital kanalların kullanılmasındaki artış ticari gazeteciliği destekleyen reklam gelirlerinin düşmesine yol açtı. Haber üretimi ve paylaşımı dijital alana taşınınca, basılı reklam ve aboneliklerin de azalmasıyla birlikte gazetecilik bir gelir krizi ile karşı karşıya kalmış oldu. Düşen reklam gelirleriyle beraber sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasıyla medya tüketici davranışlarının değişmesi, dijital platformlara erişimin ücretsiz olması da geleneksel üretim yapan haber kuruluşlarının da dijital platformlara kaymasına neden oldu. Dijitalleşmenin getirdiği bilgi hacmindeki artış, hız ve aracısızlık gibi özellikler yanlış bilginin yayılmasına etki ederken, medyaya duyulan güveni de azalttı. Dijitalleşmeyle birlikte bilgi üretimi ve yayılımı değişirken, nitelikli ve güvenilir bilgiye erişimi zorlaştı. Hız baskısı ve artan bilgi hacmi karşısında yayılan bilgilerin denetimi zorlaştı ve bu durum medyanın özellikle yanlış bilgilerin yayılmasındaki etki ve rolünü artırdı. Dijitalleşmenin, bilgi düzensizlikleri ve infodeminin yayılımına etkilerini, sıradan kullanıcılar ve medya aktörleri cephesinde değerlendirirken, bu alanda literatüre geçen bazı kavramlardan yararlanmak faydalı olacaktır.

2.2.2. Dijitalleşme ve Bilgi Düzensizlikleri İlişkisi

Dijitalleşmeyle birlikte oluşan yeni bilgi ekosisteminde, bilgi herkes tarafından üretilir ve tüketilir hale gelirken, ortaya çıkan bilgi kirliliği ve artan bilgi düzensizlikleri, insani çözümlerin yetersiz kaldığı bir krize dönüşmeye başladı. Bir yandan medya kuruluşları, ticari kaygılar nedeniyle daha fazla etkileşim almak için türlü yöntemlere başvururken, diğer yandan medyaya güveni azalan kullanıcılar kendi gerçeklikleri üzerinden yeni bilgiler üretiyor ve dolaşıma sokmaya devam ediyor. Bu durum bilgi düzensizliklerini etkileyen faktörleri dijitalleşmeden bağımsız düşünülemez hale getiriyor.

Dijitalleşmeyle birlikte geliri azalan medya kuruluşları, internet ortamında birer aktör haline gelerek geleneksel yazılı ve görsel basının yerine dijital yayınlar üzerinden piyasa avantajı elde etmeyi amaçladılar. Bilginin hızla yayıldığı dijital dünyada, gazetecilikte bir haberi ilk veren kurum olmak, o haberin doğru veya güvenilir olmasının önüne geçti ve internetten bilgilerin yüksek hızda dolaşımı yanlış bilginin yayılımını kolaylaştırdı (Ireton, 2018). Medya kuruluşlarının gelir modeli, reklam almak üzerine kurulu olduğundan, daha fazla gelir elde etme yarışına giren haber kanalları arasındaki rekabet dijital ortama taşınmış oldu. Arama motorlarında üst sıralarda yer almak için reklam vermek, haber linklerine daha fazla tık almak için yanıltıcı başlıklar kullanarak tık tuzakları oluşturmak, günümüz medya kuruluşlarının gelir yaratma araçları haline geldi (Ireton, 2018; Posetti, 2018). Geleneksel medyadaki editoryal süreçlerin dijital ortamda esnetilebilmesi, medya şirketlerinin kullanıcıları tık aracı olarak görmeleri ve haberin ilk olarak verilmesi arzusu haber niteliğinin hız uğruna feda edilmesine yol açıyor. Bu noktada gazetecilikteki “önce onayla sonra yayınla” ilkesinin yerini “önce yayınla sonra onayla” ilkesine dönüştüğü görülüyor.

 

ÖNERİ – İZLEYELİM
Dijitalleşmenin yanlış bilgilerin yayılımına etkileri ile ilgili bilgiye ulaşmak için RDM EDU tarafından hazırlanan “Dijitalleşme yanlış bilginin yayılımını nasıl etkiler?” başlıklı videoyu Doç. Dr. Bilge Narin’in anlatımıyla izleyebilirsiniz.

 

Sıradan kullanıcıları bilgi üreten bir aktöre dönüştüren dijital gelişmeler, internetteki hız baskısının bireyleri de doğrudan etkilemesine neden oluyor. Sosyal medyada görünürlüğünü ve takipçi sayısını artırma motivasyonuyla çaba harcayan kullanıcıların yanı sıra, çevrimiçi kanallardan edindiği bilgileri yakınlarıyla paylaşmak isteyenler için de bilgiyi ilk paylaşan olmak oldukça önemli. Bu durum, doğruluğu teyit edilmemiş ve şüpheli pek çok bilginin hızlı bir biçimde sosyal ağlarda yayılmasıyla sonuçlanıyor. Yanlış bilginin doğru bilgiden daha hızlı yayılıyor olması, bu bilgilerin yanlışlığı daha sonra ortaya konmuş olsa dahi neden olduğu olumsuzlukların geri dönüşünü oldukça zor hale getiriyor. Sıradan bir kullanıcı, doğruluğundan emin olmadığı fakat çarpıcı olan bir haberi hızla paylaşırken veya gündem yaratan bir tweeti retweetlerken, neden olabileceği olumsuz sonuçların boyutunu tahayyül edemiyor.

Sosyal medyanın pek çok internet kullanıcısı için temel haber ve bilgi alma kaynaklarından biri haline geldiği; blogların, kişisel internet sitelerinin bilgi ekosisteminde önemli yer kapladığı dijital medya ortamında, geleneksel medya araçlarındaki filtrelemenin ortadan kalktığına şahit oluyoruz. Dijital medya araçlarındaki çeşitlilik, editoryal süreçler olmadan farklı mecralarda bilgi sunma imkânı sunuyor (Posetti, 2018). Dijital ortamın aracısızlık olarak tanımlanabilen bu özelliği, bilginin dolaşım hızını ve hacmini artırıyor. Kişi ve grupların seslerini duyurmasına imkân sağlıyor. İnternet kullanıcıları bir denetim mekanizmasına tabi olmadan oluşturdukları forum ve blog içerikleri, sosyal medya paylaşımları ve yorumları, görsel, ses ve video içerik üretimleri ile bilgi ekosisteminin önemli bir bilgi üreticisi haline gelmiş durumda. Profesyonel olarak gazeteci olmayan bireylerin çeşitli dijital kanallar aracılığıyla bilgi ve haber yaymaları, yurttaş gazeteciliği olarak tanımlanıyor. Sınırsız bilgi ve haber üretimine elverişli bu ortamda, geleneksel medyanın doğrulama ve editör kontrolü süreçleri için harcadığı zaman ve paraya artık gerek duyulmasa da medyaya güven duyulmasını sağlayan bu özelliklerin yokluğu bilgiye güven konusunda problem yaratıyor. Günümüzde kullanıcıların içerik üretmesine izin verilen pek çok dijital mecra ile karşılaşıyoruz. Blog sayfaları, Wikipedia gibi metin odaklı araçlar, YouTube, TikTok gibi video paylaşım siteleri, Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya platformları ya da Whatsapp, Telegram gibi kapalı mesajlaşma uygulamalarında kullanıcılar kendi ürettikleri içerikleri kolaylıkla paylaşabiliyorlar (Erbaysal Filibeli, 2018). Kullanıcı türevli içerikler olarak kavramsallaştırılan bu bilgi üretimi, takipçi artırmak, reklam vermek veya popülerlik kazanmak gibi motivasyonlarla gerçekleştiğinde ise yanlış bilgilerin yayılımını kolaylaştırıyor. Anonim hesaplar üzerinden üretilen ve dolaşıma sokulan yanlış bilgiler, trol ve bot hesapların sosyal medyada yarattığı bilgi kirliliği de dezenformasyonun denetimden uzak bu ortamda sınırsız ve engelsiz biçimde yayılmasına katkı sağlıyor (Shao vd., 2018).

İnternette dolaşıma sokulan bilgilerin güvenilirlik denetiminden uzaklaşmış yapısı, aynı zamanda bu bilgilerin kontrolsüz bir biçimde yayılmasıyla da doğrudan ilişkili. Dijital çağda internetin sağladığı bir diğer özellik olan linkler, bilginin yayılımı bakımından oldukça önemli bir araç. Linkler aracılığıyla bilginin, ara yüz ve ağlar üzerinden alternatif platformlara yayılması hipermetinsellik olarak tanımlanıyor. İnternette karşılaştığımız içeriklere farklı yönlendirmeler yapılmasına olanak sağlayan hipermetinsellik, bilgiler arasında bağ kurması, etkileşimi artırması ve kullanıcıların ilgilendikleri bir konuda daha kapsamlı bilgilere yönlenmesini kolaylaştırması gibi olumlu imkanlar yaratıyor. Gelgelelim söz konusu bilgi yanlış veya doğruluğu henüz kanıtlanmamış bilgi olduğunda, bu bilgi kolay biçimde kopyalanıp çoğalabildiğinden takip ve kontrolü imkânsız hale dönüşüyor. Bir linkte yer alan yanlış bilginin yanlışlığı zaman içerisinde kanıtlanmış olsa dahi, link aracılığıyla gerçekleşen yayılımı durdurmak oldukça zor. Diğer yandan dijital ortamda paylaşılan metinler arasındaki “buraya tıklayınız”, “bu da ilginizi çekebilir” başlıklı butonlar, kullanıcıları sürekli bir şekilde yeni sekmelere ve sayfalara yönlendirdiğinde, kullanıcılar bir noktadan sonra bilgi arayışında kaybolur hale gelebiliyor. Bu durum sanal ortamdaki bilgi kirliliğinin nedenleri arasında hipermetinselliğin payını ciddi oranda artırmakta.

Web 3.0 teknolojisiyle birlikte dijital medyada üretilen içerikler de dönüşüme uğradı. Artık takip ettiğimiz haber kaynaklarında, en sevdiğimiz sosyal medya platformlarında dolaşırken, tercih ettiğimiz ve karşılaşmaktan hoşlandığımız içerikleri kişisel beğenilerinize göre özelleştirme imkanına sahibiz. Kişiselleştirilmiş içerik üretimi olarak adlandırılan bu özellik ile pasif alıcı konumundan aktif kullanıcı konumuna geçtiğimiz dijital ortamda, karşılaşacağımız içerikler bizim tercihlerimize göre belirleniyor. Fakat bu teknoloji aynı zamanda bizim internetteki dijital ayak izlerimizi, yani geçmiş aramalarımızı, dolaştığımız siteleri veya beğenilerimizi sürekli kayıt altına alan yapay zekalarla yönetiliyor. Kullanıcı deneyimlerimiz ve davranışlarımız, bu yapay zekalar ve algoritmalar tarafından kodlanarak gelecekte internette nelerle karşılaşacağımız, hangi fikirleri duyacağımız, hangi ürünleri satın almayı düşüneceğimiz gibi yönlendirmelere dönüşüyor. Kullanıcıların kendi tercihlerine göre belirlediği içerikler ve arkadaşlıklar, internet ortamının içerik üreticilerinin kullanıcı deneyimlerine göre içerikler sunmasıyla beraber bir kısır döngü içine giriyor ve interneti kullanıcılar için tek sesli bir ortama dönüştürüyor. Oluşan bu tek sesli ortam haliyle demokratik özellikler taşımaktan hayli uzak. Alternatif görüşlerle karşılaşılmayan, farklı seslerin duyulmadığı bu sanal ortamda kullanıcılar, kendi fanuslarının içerisine hapsolur ve yalnızca kendi seslerinin yansımasını duydukları bir yankı odasında yaşar hale gelir. Sosyal medya platformlarının ve arama motorlarının uyguladıkları filtreler, bireylerin kendi görüşlerine uygun haber kaynaklarını tercih etmeye yönlendirmesi haber alma ortamını da kutuplaştırıyor (Flaxman vd. 2016; Boxell vd. 2017). Bir sonraki bölümde daha detaylı ele alacağımız üzere popülist bir siyasi ortamda kutuplaşmanın artması, beraberinde yanlış bilginin yayılması için de uygun bir ortamı beraberinde getiriyor (Jost vd. 2020). Özellikle sosyal medyadaki kişiselleştirilmiş içerikler, algoritmalar aracılığıyla otomatik bir filtreleme ile kullanıcıya sunulduğunda, kullanıcılar artık farklı sesleri duyamaz, farklı bilgilere erişemez hale gelir. Sosyal medya platformları işleyiş bakımından birbirinden farklılaştığı için, yanlış bilginin bu platformlarda nasıl yayılıyor olduğu da çeşitlilik göstermektedir. Bu bağlamda platformların algoritma yapılarına ve işleyiş biçimlerine daha detaylı bakmak, dijitalleşmeyle artan bilgi düzensizlikleriyle mücadele için bize önemli veriler sunacaktır.

2.2.3. Sosyal Medya Platform Mimarileri

Tüm sosyal medya şirketleri farklı kullanıcı yelpazesine hitap edebilmek ve onların taleplerine uygun bir ortam sağlayabilmek için çeşitli dijital iletişim araçları geliştirmeye çalışırlar. Her platformun geliştirdiği bu araçların yapısı çevrimiçi kullanıcı davranışını etkinleştiren, kısıtlayan ve şekillendiren teknik protokollerle belirlenir. Platform mimarisi olarak tanımlayabileceğimiz bu yapı basitçe bir platformun biz kullanıcılara neyi, ne kadar yapabileceğimize izin verdiğini veya ne yapmamızı istemediğini anlatır. Örneğin, bir içeriği beğenmek, retweet etmek, ona yorum yapmak, grup oluşturmak veya bu grupları gizlemek gibi birçok özellik platform mimarilerini oluşturur.

Platformlar bu özellikleri geliştirirken bir yandan da birbirleriyle rekabet halindedir. Her sosyal medya platformu için daha fazla kullanıcıyı kendi platformuna dahil etmek, onların geçirdikleri vakti ve içerik üretimini artırmak ve bunun sonucunda da karlılıklarını artırmak en temel hedefleridir. Başka bir deyişle, sosyal medya platformları dikkatimizi çekmek ve bizi platformda tutmak için yarışır. Bizlerin platformlara ayırabileceği zaman kısıtlıdır. Platformlar tasarladıkları her araç ile bu dikkati daha çok kendilerine çekmeye çalışırlar. Platform mimarilerinin barındırdıkları özellikler kullanıcı davranışlarını da belirler. Anonim olabilmek, bir içeriğin kısa veya uzun olması, ses, video veya görseller aracılığıyla iletişim kurmak gibi birçok özellik bir bakıma platformda bizim nasıl hareket edeceğimizi belirler. Bu farklı özellikler bilginin üretim ve tüketim yapısında önemli değişimler yaratarak bilgi yığınları oluşmasını sağlıyor. Dolaşıma sokulan bilgi hacminin artmasıyla, bu bilgilerin kalitesi artmış olmuyor. Aksine, hangi bilginin doğru hangisinin yanlış olduğunu tespit etmek güç hale geliyor. Bu nedenle platform mimarilerinin nasıl inşa edildiği yanlış bilgilerin yayılımını da etkiliyor. Bu platform mimarilerini ağ yapıları, işlevsellik, verileştirme ve algoritmalar olarak dört kategoriye ayırarak bunların yanlış bilgilerin yayılımını nasıl etkilediğini inceleyebiliriz (Bossetta, 2018; 2019).

Sosyal Medya Platformlarının Ağ Yapıları

Sosyal medya platform mimarilerinin ağ yapıları kullanıcılar arasında nasıl bir etkileşim olduğunu gösterir. Sosyal medyanın ortaya çıkışı da temel olarak bireylerin gündelik hayatları dışında sanal ortamda kurdukları ilişki ağlarına dayanır. Bu ilişkiler, Facebook ve Snapchat’te arkadaşlık, Twitter ve Instagram’da takip, Linkedin’de bağlantılar ile gerçekleşir. Ağ yapılarındaki farklılıklar kullanıcıların diğer hesaplara ve içeriklere nasıl ulaşacağını ve onlarla ne şekilde bağlantıya geçebileceğini etkiler. Örneğin Twitter’da ve Instagram’da kullanıcılar bir diğer kullanıcıyı takip ederek tek taraflı bağlantı sağlanırken; Facebook’ta arkadaşlık isteği karşılıklı olarak kabul edildiğinde iki kullanıcı birbirine bağlanır. Facebook’un bu yapısı sosyal hayatlarımızı çevrimiçi ortama taşımamızı sağlar.

Platformların ağ yapılarının kullanıcıların davranışlarını etkileyen bir diğer özelliği ise gizlilik. Bu özellik kullanıcıların arama yaparak diğer kullanıcılara, onların içeriklerine ulaşıp ulaşamayacağını gösterir. Birçok sosyal medya platformu bazı bilgileri, paylaşımları gizleme gibi özellikler kullanıyor. Bunun belki de en kritik yönü sosyal medya platformları içerisinde oluşan alt-gruplar. Örneğin Facebook’ta herkese açık ya da üyelere özel kapalı gruplar kurulabiliyor. Üyelere özel gruplar gizli olarak ayarlandığında arama özelliği ile bu gruplara ulaşılamıyor. Bu gruplar yanlış bilgilerin yayılımı konusunda oldukça etkin oluyorlar ve en kötüsü de bu grupları takip edebileceğimiz ve yayılan yanlış bilgileri önleyebileceğimiz bir aracımız henüz yok. Facebook her ne kadar yanlış bilgileri yayan gruplar için çeşitli kısıtlamalar geliştireceğini söylese de bu önlemler çok etkili olmuyor. Örneğin Facebook’taki aşı karşıtı açık ve özel grupları inceleyen bir çalışma 284 grubun koronavirüs aşılarıyla ilgili yanlış bilgiler ve komplo teorileri yaydığını ve bu grupların aşı karşıtı mitingler organize ettiğini belirtiyor. Üstelik bu gruplara yarım milyondan fazla kullanıcı katılmış.

Bir sosyal medya platformu olmamasına rağmen, kapalı mesajlaşma uygulamalarının da yanlış bilgilerin yayılımında çok tehlikeli hale geldiğini belirtmemiz gerekiyor. Bu platformları karanlık sosyal medya (dark social) olarak adlandırıyoruz. Whatsapp, Telegram, Signal, Facebook Messenger gibi kapalı mesajlaşma uygulamalarının platform mimarilerinin ağ yapıları hem ikili hem de grup iletişimine imkân verir. Bu platformlarda denetimin olmaması ve sıklıkla aile ve arkadaşlar gibi güvendiğimiz sosyal çevremizle bu platformlarda iletişime geçtiğimiz için yanlış bilgiler bu alanlarda hızlıca yayılabiliyor. Örneğin pandemi döneminde koronavirüs ile ilgili sahte tavsiyeler veren mesajlar, koronavirüsün kaynağına ilişkin yanlış bilgiler içeren ses kayıtları Whatsapp’ta hızla yayıldı. Bireyler, ailelerini ve arkadaşlarını korumak amacıyla çeşitli önlem veya uyarı bilgilerini hızla paylaştığında, yakın çevremizden gelen bilgilere inanmamız daha muhtemel olduğu için bu platformlar yanlış bilgilerin kolayca yayılmasına sebep oluyor. Whatsapp’ta yayılan yanlış bilgiler fiziksel linçlere de neden oluyor. Meksika’da ve Hindistan’da çocuk kaçırma ile ilgili yayılan bilgilerin yanlış olduğu kısa sürede ispat edilmesine rağmen, bu bilgilerin yayılması ve insanların sorgulamadan inanması sonucunda yanlış bilgiler linçe neden oldu; insanlar bu saldırılar sonucunda hayatını kaybetti.

Sosyal medya platformlarının kullanıcı ara yüzleri sayesinde kısmi de olsa yanlış bilginin yayılımı hakkında fikir edinebiliyoruz veya doğrulama platformları viral olan yanlış bilgiler hakkında doğrulama yapabiliyor. Ancak karanlık sosyal medya platformların dışarıya kapalı yapısı bu alanda yayılan yanlış bilginin boyutu hakkında belirsizlik oluşturuyor. Yapılan araştırmalar da bu platformlardaki yanlış bilgilerin yayılımının oldukça yüksek olduğunu söylüyor. Dünya çapında 2 milyar aktif kullanıcısı olan Whatsapp, pandemi sürecinde Facebook’tan sonra koronavirüs ile ilgili yanlış bilgilerin en çok yayıldığı platform oldu (Newman vd., 2021).

Sosyal Medya Platformlarının Tasarımı (İşlevsellik)

İşlevsellik, kullanıcıların sosyal medya platformlarının teknolojileri ile nasıl etkileşime geçtiğini gösterir. İşlevselliğin ilk yönü sosyal medya platformlarına hangi donanımlar aracılığıyla eriştiğimizle ilgilidir. Akıllı telefon, tablet, bilgisayar, akıllı saat gibi araçlar ile platformlara ulaşabiliyoruz. Tüm sosyal medya platformları olabildiğince farklı donanımdan erişilebilir olmayı amaçlıyor. Gündelik hayatımızda farklı amaçlar için bu donanımları kullanıyor olmamız bu platformlara erişimimizi sağlıyor ve böylece bu platformlarda daha fazla vakit geçiriyoruz.

İşlevselliğin ikinci yönü ise platformun özelliklerine eriştiğimiz ve bunlarla etkileşime girdiğimiz platform görsel tasarımı. Şüphesiz, sosyal medya platformunun ana sayfa görünümlerinin akışı, platform içerisindeki farklı bölümlere geçişlerin kolaylığı bizleri platform içerisinde daha uzun süre tutmaya yönelik tasarlanıyor. Görsel tasarım ile ilgili bir diğer boyut platformların zaman akışları. Örneğin Twitter, TikTok ve Facebook’ta ana sayfadaki akışı aşağı kaydırarak takip ediyoruz, Instagram’da hikayeleri (story) tek bir tıkla sağa doğru kaydırabiliyoruz. Her iki yöntem de platform içerisinde geçişleri kolaylaştırırken, karşımıza çıkarılan içeriklere hızlıca ulaşmamızı sağlıyor. Platformlar tarafından kullanıcı dostu olarak tanımlanan bu özellikler ana sayfadan hesaplara, hesaplardan gruplara geçişimizi kolaylaştırarak bizleri platformda tutuyor ve tüketim yapmamıza neden oluyor.

Platform mimarilerinin işlevselliğini oluşturan bir diğer özellik ise sosyal butonlar. Retweet, beğeni, repost, paylaş gibi butonlar bilginin ağlar içerisinde yayılmasını sağlıyor. Bu aynı zamanda yanlış bilginin de yayılması anlamına geliyor. Facebook’un kendi içerisinde yaptığı bir araştırma da “paylaş” butonunun yanlış bilginin yayılımını artırdığını gösteriyor. Bir içeriğin etkileşim sayısının yüksek olması, insanların yayılan bilginin doğruluk derecesi ile ilişki kurmasına neden oluyor. Elbette, çok paylaşılan, beğeni alan bir içerik de doğru olabilir. Ancak bilgi yanlış olduğunda bu büyük bir sorun haline geliyor.

Öte yandan bu sosyal butonlar bir yönüyle ödül ya da takdir işlevi de görüyor. Örneğin beğeni ve retweet gibi olumlu geri bildirim alan kullanıcılar daha fazla paylaşım yapıyorlar (Lindström vd., 2021) ve çeşitli gruplara yönelik ahlaki öfkelerini daha çok ifade ediyorlar (Brady vd., 2021). Sosyal butonların gördüğü bu işlev de nefretin onaylanmasına yol açabiliyor. Bizlerin, içerikle karşılaştığımızda sosyal butonlar aracılığıyla tepki vermeden, yani onu beğenmeden, paylaşmadan önce, içeriği kontrol ederek şüpheyle yaklaşmamız belirli bir grubu hedef gösteren ya da yanlış bilgi içeren içeriklerin yayılmasını önleyebilir. Bu nedenle, bir içeriği paylaşmadan önce “durarak” ve onun “doğru olup olmadığını düşünerek” hem bilgi paylaşımını hem de yanlış bilgilerin yayılımını azaltabiliriz (Pennycook vd., 2020, 2021).

İşlevsellik ile ilgili bir diğer boyut ise platformun hangi medya türünü desteklediği. Platformda metin mi, görsel mi, video mu paylaşabiliyoruz? Örneğin, Twitter metin öncelikli bir mimariye sahipken Instagram görsel odaklı bir platform. Facebook hem metin hem görsel paylaşımları barındırıyor. Youtube ise video içeriyor. Platformlar arasındaki bu farklılaşma yanlış bilginin hangi veri tipleriyle üretildiğini ve bunlara karşı önlem alma mekanizmalarını da etkiliyor. Aynı zamanda bu medya türleri platformlar tarafından kısıtlanabiliyor. Twitter’da bir tweet 240 karakterden, dört görselden oluşabiliyor. Ya da Instagram’da kısıtlı sürede video paylaşılabiliyor. Platformlar içerisinde hiperlinklerin oluşturulması ile platformun gündemi oluşuyor. Örneğin Twitter’da trendler (trend topic) hashtagler aracılığıyla oluşuyor. Buralarda botlar aracılığıyla suni gündemler oluşturulabiliyor veya reklam şirketleri trend çalışması yaparak sponsorlu bir şekilde Twitter’da gündem yaratabiliyor. Medya türleri ile ilgili bir diğer konu ise verilerin kalıcı mı yoksa geçici mi olduğuyla ilgili. Platform mimarilerinde metin, görsel ya da video içeriklerinin kalıcı olması, geçmişe yönelik arama yapıldığında bu içerikleri tekrar ortaya çıkarılabilir ve geçmişte yayılan yanlış bilgilerin izi sürülebilir. Buna karşın Snapchat, Instagram, Whatsapp, Twitter gibi platformların mimarilerine eklediği hikâye (story) gibi geçici veriler belirli bir süre sonra ortadan kalkıyor.

Son olarak, platformlar arası entegrasyondan bahsedebiliriz. Her sosyal medya platformu yukarıda bahsettiğimiz işlevsellikleri nedeniyle farklı amaçlarla kullanılıyor veya farklı veri tipleri mesaj türlerini etkiliyor. Kullanıcıların aynı anda farklı platformlarda paylaşım yapabilmesi veya platformlar arasında medya içeriklerinin geçiş yapması çeşitli gündemlerin aynı anda tartışılmasına neden oluyor. Tıpkı kulaktan kulağa yayılan dedikodular veya söylentiler gibi bir platformdan metin olarak çıkan yanlış bilgi, farklı bir platformda internet mem’ine veya videoya dönüşebiliyor, farklı bir hikayeyle anlatılabiliyor. Bu geçişkenlik, bilgi akışını ve dolayısıyla yanlış bilgilerin yayılımını hızlandırıyor.

Sosyal medya platformlarının işlevsellik özellikleri içeriklerin nasıl oluşturulduğunu ve nasıl yayıldığını belirliyor. Bu özellikler kullanıcıların mesaj üretim ve paylaşım şekillerini etkiliyor. Basitçe, video üretmek veya görsel hazırlamak mesaj içeriğinin farklı bir şekilde aktarılmasına neden oluyor. Bu da bizim iletişim ve davranış biçimlerimizi etkileyebiliyor.

Verileştirme

Kullanıcılar sosyal medya platformuna giriş yaptığı andan itibaren yukarıda değindiğimiz tasarımsal özelliklerini kullanarak dijital ayak izleri bırakır. Verileştirme de basit olarak kullanıcıların sosyal medya platformu içerisindeki bu dijital ayak izlerinin ölçülebilir verilere dönüştürülmesini ifade ediyor. Platformlar, kullanıcıların dijital ayak izlerini ölçümlere dönüştürerek kullanıcıların ilgi alanlarına göre reklam sunabiliyor, kullanıcı verileri piyasa araştırmaları için kullanılabiliyor veya platform geliştiricileri bu verilerle platform algoritmalarında değişiklikler yapabiliyor.

Sosyal medya platformlarının kullanıcılar hakkında veri toplaması bu verilerin satılıp satılmadığı tartışmasını da doğuruyor. Örneğin siyasi danışmanlık şirketi Cambridge Analytica 50 milyon Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerini toplamıştı ve bu veriler siyasetçiler tarafından seçim kampanyalarında kullanıldı. Toplanan bu veriler arasında, kişisel bilgilerden konuma ve hatta kullanıcıların beğeni süreleri ile ilgi veriler vardı. Siyasi kampanya sürecinde kullanıcıların demografik bilgilerine veya platform içerisinde bıraktıkları izlere göre kullanıcılar etkilenmeye çalışıldı.

 

ÖNERİ – İZLEYELİM
Cambridge Analytica sızıntısı ile ilgili bilgi almak için The Guardian tarafından paylaşılan videoya göz atabilirsiniz.

 

Sosyal Medya Platformlarının Algoritmaları Yanlış Bilgileri Nasıl Yayar?

Algoritma, bilgisayarların bir sorunu çözmek veya belirlenmiş bir amaca ulaşmak için tasarlanan yolu, takip edilen işlem basamaklarını ifade eder. Sosyal medya platform mimarilerinin algoritmaları ise sevdiğimiz, takip ettiğimiz, görmek isteyeceğimiz içerikleri bizim önümüze çıkarırken, ilgi alanımıza girmeyen içerikleri ise bize göstermez. Algoritmalar her kullanıcının etkileşimlerini ölçer ve bu ölçüm sonucunda da hangi içeriğin sizin karşınıza önce çıkacağını veya hangi içeriklerin karşınıza çıkmayacağını belirler. Bunun amacı da daha önce değindiğimiz gibi platform içerisinde daha fazla zaman geçirmenizi sağlamak. Sosyal medya platformlarının gelir modelleri doğrudan algoritmalarıyla ilişkilidir. Algoritmalar bizim hangi içeriği beğeneceğimizi ve etkileşim kuracağımızı tahmin ederek veya verdiğimiz izinler aracılığıyla –bu izinler genellikle platform tarafından varsayılan olarak verilir, sonrasında isterseniz değiştirebilirsiniz– konum, ses gibi verileri toplayarak mikro-hedeflemeler yoluyla sevdiğimiz yemeklerden, kitaplardan tutun da sosyal ve siyasi kimliklerimiz, yaşımız, eğitim ve gelir durumumuza kadar gibi birçok farklı özelliğimize göre karşımıza ilgimizi çekebilecek reklamları çıkarır. Platformlarda reklam vermek isteyen şirketler de bu algoritmaların hedeflemelerini kullanarak sosyal medya şirketlerine para verirler. Örneğin Facebook, kullanıcılar ile ilgili birçok bilgiye sahiptir. Profilinizi oluştururken doldurduğunuz tüm bilgiler, beğendiğiniz veya paylaştığınız içerikler, izlediğiniz videolar veya takip ettiğiniz haber kuruluşları reklam-veren şirketler için muazzam bir reklam hedeflemesi imkânı sağlıyor (Andı, 2021, ss. 2-3). Facebook’taki beğeni butonunu düşünelim. Kimlerin gönderilerini ya da ne tür içerikleri beğeniyoruz? Sizce buna dikkat ediyor muyuz? Bir araştırma Facebook’ta beğendiğiniz içerikler üzerinden dinî ve siyasi görüşünüzü, etnik kökeninizi, cinsel yöneliminizi, kişilik özelliklerinizi, yaşınızı, ebeveynlerinizin ayrılıp ayrılmadığını tahmin edebiliyor (Kosinski vd., 2013).

 

DÜŞÜNELİM 
Daha önce internette ilgilendiğiniz bir ürünün reklamı sosyal medya platformunda karşınıza çıktı mı? Cevabınız evet ise, verdiğiniz izinleri gözden geçirmek ve çevrimiçi dijital izlerinizi azaltmak için Data Detox Kitine göz atabilirsiniz.

 

Platformlarda geçirdiğimiz zaman arttıkça ve içeriklerle daha fazla etkileşime girdiğimizde platformun reklam gelirleri de artıyor. Çünkü platformlar, reklam-verenler için daha çok görünürlük ve satış vadediyorlar. Bu durumu basitçe on binlerce insanın geçtiği bir caddedeki reklam tabelasına reklam vermekle çok daha az kişinin geçtiği sokakta bulunana reklam vermek gibi düşünebiliriz. Öte yandan kullanıcılar tarafından ücretsiz olarak oluşturulan içerikler ve kullanıcı davranışlarından elde edilen veriler meta haline gelerek reklam-verenlere satılabiliyor. Elbette, attığınız tweetler, fotoğraflar, videolar doğrudan platforma para kazandırmıyor. Platformlar, bu verileri reklam-verenlerin ürün ve hizmetlerini daha çok satabilmeleri için kullanıyor. Sosyal medya platformlarının kullanıcı başına elde ettikleri gelirlere baktığımızda, 732 milyon aktif kullanıcıya sahip TikTok’un kullanıcı başına yıllık 47 dolar gelir elde ettiğini, 2.8 milyar kullanıcısı olan Facebook’un ise kullanıcı başına yıllık kazancının 31 dolar olduğunu görüyoruz. Kullanıcılar, bu platformlarda çeşitli amaçlarla zaman geçirdikçe platformlar para kazanmaya devam ediyor. Bununla beraber, algoritmaların genel işleyişinin kullanıcıları platformda tutmak olduğu bilinse de sosyal medya platformlarının hangi algoritmaları nasıl kullandıklarına dair bilgiler kamuya açık değildir ve bunlar zamanla değiştirilir.

2019 yılında, filtre balonları ve algoritmalar arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmaya göre, algoritmalar kullanıcı davranışlarına göre bilgileri ön plana çıkarırken, sahte haberleri düşünmeden doğru kabul etmek veya reddetmek; doğrulamak veya çürütmek ya da başkalarıyla paylaşmak kararı kullanıcının kararıyla ilişkilidir. Eğer yankı odaları ve algoritmalar sebebiyle filtre balonları oluşuyorsa, aynı zamanda kullanıcılar kendi görüşlerini destekleyen görüşleri takip ederek yani kendileri filtre balonlarını oluşturarak da yankı odalarını güçlendirmekteler (Zimmer vd., 2019). Dolayısıyla tüm bu etkenler birbirinden bağımsız düşünülemez.

Peki, algoritmalar yanlış bilgileri nasıl yayıyor? Aslında algoritmalar yanlış bilgileri önemsemiyor. Sorun da tam olarak burada başlıyor. Algoritmalar için bilginin doğru veya yanlış olması önemli değil; önemli olan bizim daha fazla aşağı veya sağa kaydırarak daha fazla içeriği ve reklamı görmemiz. Bir önceki bölümü kötü bir haberle bitirmiştik, sosyal medya platformlarının bizlerin sahip olduğu bilişsel zayıflıkların farkında olduğunu belirtmiştik. Algoritmalar da bilişsel zayıflıklarımızı hedef alıyor. Kullanıcılarda duygusal tepkilere yol açan, sansasyonel ve kolayca anlaşılabilir olan yanlış bilgiler, doğru bilgilerden daha hızlı yayılıyor (Vosoughi vd., 2018).

Bir içeriğin daha fazla paylaşım ve beğeni alması ve viral olması; platformun görünürlüğünü, etkileşimini ve bunun sonucunda da karlılığını arttırıyor. Youtube’un bir video izlerken otomatik olarak kullanıcılara önerdiği videolar kullanıcıların hızlıca diğer videolara geçmesini sağlıyor; böylece platformda kalma süresi uzuyor. Temmuz 2020-Mayıs 2021 arasında 91 ülkeden yaklaşık 40 bin kişinin katılımıyla yapılan araştırmaya göre, katılımcıların sorunlu içerik olarak bildirdiği videoların %71’i Youtube’un otomatik öneri sisteminden gelmiş durumda. İncelenen videoların %12’sinin Youtube’un Topluluk Yönergelerine aykırı olduğu ve Youtube’un kaldırması gereken içerikler olduğu tespit edildi. Araştırmacılar incelenen videolar arasında en çok yanlış bilgi içeren videoların olduğunu; bunu şiddet içerikli videolar takip ettiğini gördüler (Mozilla, 2021).

Özellikle 18 yaş altı çocukların sıklıkla kullandığı kısa video paylaşım platformu TikTok algoritmaları da koronavirüs ile ilgili yanlış bilgilerin ve aşı karşıtlığının yayılmasına neden oluyor. Ağustos ve Eylül 2021 ayları arasında yapılan bir çalışma, koronavirüs ile ilgili yanlış bilgilerle ne kadar sürede karşılaşıldığını ölçmek için araştırmacıların ve ebeveynlerinin denetiminde 9 ve 17 yaşları arasında 9 çocuk TikTok’ta yeni hesap oluşturdu. TikTok 13 yaşından küçük çocukların platforma üye olmasını yasaklasa da bu çocuklar kolayca hesap oluşturabildiler. Bu çocukların dördünün ana dili İngilizce, üçünün İtalyanca, birinin Almanca ve birinin de Fransızca. Platformu farklı ana dillerde kullanan çocukların, platformda geçirdikleri 35 dakika içerisinde biri hariç diğerleri koronavirüs ile ilgili yanlış bilgilerle karşılaştı. Çocuklardan dördüne diğer hesapları takip etmemeleri, belirli bir konuda arama yapmamaları istendi. Koronavirüs ile ilgili herhangi bir arama yapmamalarına ve etkileşimde bulunmamalarına rağmen çocuklar birçok yanlış bilgiyle karşılaştı. Çocuklar TikTok’ta geçirdikleri vakit boyunca koronavirüs aşılarının insanları öldürdüğü, sahte olduğu, 0 kan grubundan olan kişilerin koronavirüse yakalanma ihtimallerinin düşük olduğu, koronavirüsün nüfus azaltma politikası olduğu gibi birçok yanlış bilgiyle karşılaştı.

Instagram’ın kullanıcı tercihlerine göre oluşturduğu “keşfet” ve “önerilen gönderiler” özellikleri de koronavirüs ile ilgili yanlış bilgileri yaydılar. Keşfet özelliği kullanıcının takip etmediği hesaplardan atılan ve kullanıcıların ilgi alanları ile uyuşan fotoğraf ve videoların önerildiği bir özellik. Önerilen gönderiler ise Instagram akışınızda gezinirken ve takip ettiğiniz hesaplara ait tüm en yeni gönderileri gördükten sonra takip ettiğiniz hesaplara, beğendiğiniz, kaydettiğiniz ya da yorum yaptığınız gönderilere veya o paylaşımın popülerliği, coğrafi konumu, zamanı gibi birçok faktöre göre belirlenir. Buradaki önerilerin tamamı Instagram’ın algoritmaları sayesinde karşımıza çıkar. Instagram algoritmalarının yanlış bilgilerin yayılmasındaki rolünü anlamak için araştırmacılar yeni profiller oluşturup keşfet ve önerilen gönderiler özellikleriyle karşılarına çıkan yanlış bilgileri analiz ettiler. Instagram tarafından önerilen yanlış bilgilerin büyük bir kısmı koronavirüs ve aşı karşıtlığıyla ilgiliydi. Oluşturdukları bu hesaplardan aşı karşıtlığı ile ilişkili hesapları takip etmeye başladıklarında karşılarına anti-semitik içerikler, QAnon komplo teorileri ve koronavirüs ile ilgili yanlış bilgiler çıktı. Öte yandan yalnızca sağlık alanında güvenilir kişi ve kurumları takip eden hesaplar yanlış bilgiyle karşılaşmadı (CCDH, 2021).

Yanlış bilgileri sadece sosyal medya platformlarının algoritmaları yaymıyor. İnternette aradığımız herhangi bir bilgiye ya da sayfaya ulaşmamızı sağlayan Google, Yandex, Bing gibi arama motorlarının algoritmaları da yanlış bilgilerin yayılmasına neden oluyor. Arama motorlarının algoritmaları da tıpkı sosyal medya platformlarında olduğu gibi daha önce yaptığınız aramalar, tıkladığınız içerikler ile sizin izinizi topluyor ve ilgilendiğiniz alanlara yönlendiriyor.

Sosyal medya algoritmalarının yanlış bilgilerin yayılmasına bir diğer etkisi de bot hesapların kolayca içerik üretilebilmesi. Düşük maliyetli, bilgisayar destekli olarak yönlendirilen bu bot hesaplar sayesinde dezenformasyon kampanyası yürüten aktörler politik, ekonomik ve sosyal amaçlarla yanlış bilgi yayabiliyorlar. Bir içerik viral olmadan önce botlar aracılığıyla desteklenerek geniş kitlelere yayılıyor (Shao vd., 2018). Günümüzde seçim kampanyalarında bu tür dezenformasyon aktörlerinden yararlanılarak siyasi iletişim stratejileri oluşturulduğunu görüyoruz. Örneğin 2016 ABD Başkanlık Seçimlerinde yürütülen seçim kampanyalarında botların ve algoritmaların rolü önemli tartışma alanları yaratmıştı (Howard vd., 2018). Benzer bir biçimde, Birleşik Krallık’da yürütülen Brexit kampanyasında da botlar ve troller bir dezenformasyon aktörü olarak gündeme gelmişti (Bastos & Mercea, 2018). Dezenformasyon kampanyası yürüten aktörlerin asıl amacı ise gerçek kullanıcılardan organik etkileşim alabilmek. Botlar tarafından yayılımı hızlandırılmış bir içeriğe bizim tıklamamız, o içeriğe inanmamız ve paylaşmamız yanlış bilginin yatay olarak yayılmasına neden oluyor. Botlar her ne kadar içeriği belirli bir yaygınlığa ulaştırsa da yanlış bilginin daha hızlı ve daha derinlikli bir şekilde yayılmasına gerçek kullanıcılar neden oluyor (Buchanan & Benson, 2019; Vosoughi vd., 2018). Koronavirüs döneminde de Bill Gates’in koronavirüs aşısıyla insanlara çip takacağı, 5G ile koronavirüsün ilişkili olduğu gibi komplo teorilerinin ve koronavirüs ile ilgili yanlış bilgilerin sosyal medyada yayılmasında botların etkisi olduğu görünüyor (Himelein-Wachowiak vd., 2021; Xu & Sasahara, 2021). Benzer şekilde, aşı karşıtı içerikleri üreten hesapların bir kısmı da botlardan kaynaklandı (Yousefinaghani vd., 2021).

Karşılaştığımız içerikler, sahip olduğumuz sosyal ve siyasi kimliklerimiz ile uyuştuğunda onu beğeniyoruz veya paylaşıyoruz. Algoritmaların, geçmiş tercih ve zevklerimize dayanarak ne istediğimizi, neyi seveceğimizi, hatta ne hissettiğimizi bizden önce ve daha iyi bilmesi bizi yankı odasına hapsediyor (Sunstein, 2001; 2017). Böylelikle sadece bizim gibi düşünenleri takip ediyoruz. Farklı görüşlerle karşılaşmadığımız, yani hiç eleştirilmediğimiz hep kendimize benzer kişilerin seslerini duyduğumuz bir dünyaya sıkışmış hale geliyoruz. Örneğin, benzer sosyal ve politik görüşlere sahip olduğumuz insanların çoğunun bir yanlış bilgiyi paylaşması içinde olduğumuz yankı odasında bunların sürekli tekrar edilmesiyle yanlış bilgiye yönelik inancı artırıyor.

 

2020 yılında yaptığımız Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları araştırmasına katılanların %60’ı en az bir tür yanlış bilgi/haber ile karşılaştıklarını belirtiyor. Ancak, hangi bilgi kaynaklarının daha fazla bilgi yaydığı konusunda parti taraftarları arasında önemli farklar var. Bireyler hangi siyasi partiyi destekliyorsa, diğer uçta gördüğü parti taraftarlarının kullandığı sosyal medya araçlarında, onların takip ettiği televizyon ve gazetelerde yanlış haberler ile daha yüksek oranda karşılaştığını ifade ediyor. Örneğin CHP’lilerin %25’i, hükümet yanlılarının kullandığı sosyal medya kanallarında/hesaplarında yanlış bilgiyle karşılaştıklarını belirtiyor. CHP’lilerin %24’ü yanlış bilgiyle hükümet yanlısı televizyon ve gazetelerde karşılaştığını söylüyor, bu oran HDP ve İYİ Parti taraftarları arasında sırasıyla %23 ve %21. Benzer şekilde, AK Parti taraftarlarının %23’ü, muhalefet taraftarlarının kullandığı sosyal medya araçlarında yanlış bilgiyle karşılaştıklarını söylüyor. Muhalefet yanlısı televizyon ve gazetelerde yanlış haber ile karşılaştığını söyleyen AK Partililerin oranı %19; MHP’liler arasında bu oran %10 (Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları, 2020).

 

Bu ortamda kendi dünya görüşünü güçlendiren ve karşıt görüşlere sağır hale gelen kullanıcılar, bu görüşleri daha doğru ve hatta evrensel kabul etme yanılgısına düşüyor. Belirli bilgilerin, fikirlerin, düşünce ve inançların sanal ortamda tekrarlanarak güçlenmesi sonucunda da bireyler dolaşan bilginin yanlışlığını sorgulamaz hale geliyor. Sonuç olarak da farklı fikirlerden uzaklaşıldıkça yanlış inançların düzeltilmesi daha zor oluyor. Aynı zamanda sosyal medya platformlarının algoritmaları kişiselleştirilmiş içerikler ile kendi fikirlerimizi eleştirmediğimiz filtre balonları oluşmasına neden oluyor (Pariser, 2011). Platformlar algoritmaları aracılığıyla kullanıcıların tercihlerine göre önlerine çıkacak haber akışlarını belirlerken, yankı odalarının oluşumunu da teşvik ediyor (Cinelli vd., 2020). Algoritmalar bunların dışına çıkmamıza izin vermiyor. Arama motorlarında arama yaparken bize öneri sunuyor, platformdayken tanıyabileceğimiz, bizim gibi düşünen kişileri veya takip ettiğimiz haber kanallarına benzer hesaplarla etkileşim kurmamızı öneriyor. Sürekli aynı düşünceleri tekrar tekrar duymak ötekiler ile, farklı görüşlerle temasımızı azaltarak kutuplaşmanın da artmasına neden oluyor.

 

DÜŞÜNELİM
Filtre balonlarında yaşayıp yaşamadığınızı anlamak için benzer zevklere sahip olmadığınız arkadaşınız ile sosyal medya platformlarının ana sayfa akışlarınızı karşılaştırabilirsiniz. Arama motorlarında aynı kelimeleri aratarak karşınıza çıkan sonuçların aynı olup olmadığını görebilirsiniz.

 

ÖNERİ - OYNAYALIM
Fanus Oyunu: Bu oyunda yakın çevrenizdeki kişilerin siyasetle ilgili benzer görüşlere sahip olup olmadıklarını değerlendirerek kendi ağınızın yansımasını öğrenebilirsiniz.

 

Sosyal medya platformlarının kamusal alan oluşturup oluşturmadığı da doğrudan bizi hapsettiği yankı odaları ile ilişkili. İdeal olarak kamusal alanı (Habermas, 1989) sosyal ve siyasal konuların özgürce tartışıldığı, bu alanlarda değişimler yaratılabilecek ve tüm bireylerin katılım hakkının olduğu alanlar olarak düşünebiliriz. Bireyler, kamusal alanlarda özgürce fikirlerini öne sürebilir, örgütlenebilir, politik değişimler için mücadele edebilir. Peki, sosyal medya platformları bir kamusal alan yaratır mı? Bizler bu platformlarda özgürce düşüncelerimizi paylaşabiliyor muyuz? Ya da bu platformlarda siyasal ve sosyal tartışmalar yürütebiliyor muyuz? İlk olarak, sosyal medya platformlarına toplumun tüm kesimleri erişemediğini ifade etmek gerekir. Genç, eğitimli, sosyo-ekonomik statüsü yüksek sınıflara mensup insanlar bu platformlara daha kolay dahil oluyor veya platformlarda daha etkin oluyor. İşçiler, çiftçiler, göçmenler dijital sermaye eşitsizliklerinden dolayı bu platformlara dahil olamıyorlar.

2016 yılında Türkiye’de gençlerin internet kullanımı ve siyasal katılımı üzerine bir araştırma yürütüldü. Araştırma bulgularına göre, Türkiye’de gençlerin %90’ının internet erişimi bulunsa da platformları siyasal katılım aracı olarak kullanabilme becerisi, teknoloji kullanımında yetkin olan gençlerle sınırlı kalıyor. Bu durum daha fazla kaynağa erişim imkânı olan gençlerin siyasal katılımını artırırken, internetin var olan farklılıkları eşitlemekten ziyade daha da pekiştiren bir araca dönüştüğü sonucunu doğurmakta (Erdoğan, 2017). Dolayısıyla tüm toplumsal gruplar için internete erişimin sağlanmasının yanı sıra dijital sermaye düzeyinin artırılması ihtiyacı da önemli bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.

İkincisi, algoritmalar tanıdığımız, benzer politik görüşlere ve kimliklere sahip olduğumuz insanlarla bizi bir araya getirerek demokratik bir tartışma ortamını engelliyor. Örneğin Twitter, tek yönlü ağ yapısı nedeniyle bir iletişim ortamı sunmaktan ziyade eğlencenin egemen norm olduğu, bu endüstrideki ünlülerin daha çok takip edildiği ve onların etkilerinin yüksek olduğu bir platformdur. Üçüncü olarak ise sosyal medya platformları verileştirme yöntemleriyle gözetim ve tahakkümü artıran alanlardır (Trottier, 2018). Gözetim ve tahakküm korku ortamı yaratarak bireylerin, özgürce fikirlerini ifade etmelerini engelliyor. Bireyler, kendi görüşlerinin azınlıkta olduğunu düşündüklerinde ise görüş belirtmekten kaçınıyor. Bu da suskunluk sarmalına neden oluyor. Bireyler kendi görüşlerinin azınlıkta olduğunu düşündükleri ortamlarda da görüşlerini başkalarıyla paylaşmaktan çekinmesi olarak açıklanan suskunluk sarmalı nedeniyle çok seslilik yok oluyor. Özellikle de toplum içerisinde azınlıkta olan kesimlerin sesleri duyulmuyor. Sonuç olarak, bu platformlar, kâr amacı güden şirketlerin oluşturduğu, tasarımları ve algoritmalarının bizi platformlarda tutarak reklam geliri elde etmeyi amaçladığı ve yürütülen tartışmaların da siyasal ve sosyal katılımı sağlamayı hedeflemeyen, aksine tüketimi ön plana koyan alanlar (Kruse vd., 2017; Fuchs, 2020, ss. 315-361).

Sosyal medya platformlarının yanlış bilgilerin yayılmasına zemin oluşturduğu bir gerçek. Ancak, bu platformları kullanmaya devam edeceğiz. Amacımız hem kendi bilişsel zaaflarımızın hem de sosyal medya platformlarının yanlış bilginin yayılmasına nasıl zemin oluşturduğunun farkında olarak bunlara karşı dayanıklılığımızı artırmak. Öte yandan, sosyal medya platformlarının algoritmaları hakkında şeffaf olması, yanlış bilgilerin yayılımını önlemeye çalışması gibi sorumlulukları var. Sosyal medya platformları pandemi döneminde yanlış bilgilerin yayılmasında büyük bir paya sahip. Pek çok insan bu platformlarda yayılan yanlış bilgiler nedeniyle koronavirüse karşı gerekli önlemleri almadı. Amacı kârlılık olan bu sosyal medya şirketleri her ne kadar bilgi düzensizlikleri sorununu çözecek yegâne aktörler olmasalar da pandemi dönemindeki sorumluluklarından dolayı yanlış bilgilerin yayılmasını durdurmak amacıyla çeşitli önlemler almak durumunda.