3.2 Komplo Teorilerini Anlamak için Temel Kavramlar
Komplo teorileri ile ilgili kavramsal tartışma bizlere neyin komplo teorisi olup neyin olmadığı hakkında fikir verebilir. Bu aynı zamanda komplo teorilerine nasıl yaklaşacağımızı da belirlemeye yarayabilir. Örneğin, yaygın inanışın aksine, komplo teorisine inanan insanlar, inandıklarının komplo teorisi olduğunu düşünmezler. Aksine, bunun doğru olduğuna, kanıtlarının güvenilir olduğuna inanırlar (Uscinski, 2020, s. 21). İnsanların çoğu, inandıkları veya savundukları fikirlerin komplo teorisi olarak adlandırılmasını istemezler (Räikkä & Basham, 2018, s. 48). Öte yandan, belirli bir kişi veya grubun komplo teorisine inandığını belirtmek de bir tür damgalama anlamına gelir ve komplo teorilerine yüklenen bu olumsuz, aşağılayıcı anlam, onları anlamaktan ziyade bir yargılama aracı olarak kullanılmasına neden olur.
Komplo teorileri ile ilgili temel kavramları listelemek, bu teorileri kimin ürettiği ve kimlerin bu teorilere inandığı ayrımını yapmamızı da sağlar. Örneğin, komplo teorisinin tanımını bir ideolojik görüşle ilişkilendirdiğimizde, bu görüşe sahip olan insanlar komplo teorisyeni olarak görülecek ve bu görüşün argümanları her zaman komplo teorisi olarak yaftalanacaktır (Räikkä & Basham, 2018, s. 47). Bu nedenle, komplo teorilerinin “ne” olduğu, “kimlerin” bu teorileri ürettiği ve inandığını anlamak için kavramsal çerçevemizi farklı toplumsal ve siyasal grupları kapsayacak şekilde genişletmek faydalı olabilir. Gündelik hayatta kullandığımız kavramları netleştirmek ve tanımlar üzerinde ortaklaşmak bize komplo teorilerine nasıl yaklaşabileceğimizi de gösterecektir.
Kavramları tartışmaya komplo ve komplo teorileri ayrımıyla başlayabiliriz. Bu ayrım, bizlere komplo teorilerinin “ne” olduğunu gösterirken gerçek komplolarla komplo teorileri arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olabilir. Bu bölümleri takiben komplo teorilerine inanç, komplocu düşünce ve komplo teorisyenlerini de inceleyeceğiz.
3.1.1. Komplo
Komployu, ekonomik ve siyasi olarak güçlü aktörlerin gizli planları olarak tanımlayabiliriz. Komplolar, hakları ihlal ederek, anlaşmaları iptal ederek veya çeşitli sırları saklayarak ekonomik ve siyasi olarak güç kazanmayı ya da kurumları değiştirmeyi amaçlarlar (Douglas vd., 2019; Räikkä & Basham, 2018; Uscinski, 2020). Komploların en önemli özelliği ise ortaya çıkmalarıdır. Komploların kapsamı büyüdükçe ve komplolara dahil olan aktörlerin sayısı arttıkça onları uygulamaya devam etmek ve gizlemek oldukça zordur. Bu nedenle komplolar başarısız olma eğilimi gösterirler. Bizim komplolara dair bilgimiz, başarılı olup olmamalarından bağımsız olarak, yalnızca ortaya çıkmış olanlarla sınırlı kalır (Räikkä & Basham, 2018, s. 48). Başka bir deyişle, en başarılı komplolar zaten ortaya çıkmayanlardır.
Dünya üzerinde birçok komplo planlandı ve planlanmaya da devam ediyor. Örneğin 1972-1974 yılları arasında yaşanan ve ABD Başkanı Richard Nixon’un görevinin sona ermesiyle sonuçlanan Watergate skandalını komploya örnek verebiliriz. Benzer şekilde tütün endüstrisinin sigara içmenin sağlığa zararlı olmadığını söylemesi, Volkswagen’in emisyon testlerinden geçebilmek için değerleri yanlış göstermesi ya da ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) internet kullanıcılarını gözetlemesi gibi komplo olarak nitelendirilebilecek birçok olay var. Ancak, bu komploların ortaya çıkarılması da komplo teorisyenlerinin yöntemleriyle değil; aksine kanıtları inceleyerek, gözleme dayalı makul düzeyde bir şüphecilikle mümkün olabildi (Lewandowsky & Cook, 2020, s. 3).
3.1.2. Komplo Teorisi
Komplo teorileri ise geçmişteki, şu anki veya gelecekteki olayların bir açıklamasını sunar (Uscinski, 2020, s. 23). Bu açıklamalar genellikle iki veya daha fazla aktörün gizli komplolarının olduğunun düşünülmesiyle sosyal ve politik olayların gerçek nedenlerini izaha dayanır. Bu teorilerde, söz konusu güçlü gruplar kendi çıkarlarını gözeterek kamu yararına karşı gizli planlar kurarlar. Bu aktörler, hükümetler veya yabancı devletler, devlet dışı aktörler, bilim insanları veya güçlü ve hain olarak tanımlanan bazı gruplar olabilir (Douglas vd., 2019; Keeley, 1999; Räikkä & Basham, 2018; Uscinski, 2020). Komplo teorileri belirli bir olayı bütünüyle açıklayarak çözümleme yapar ve bir düzen görünümü yaratır (Barkun, 2015, s. 1). Örneğin 11 Eylül terör saldırıları ile ilgili çeşitli komplo teorileri çok farklı ülke ve grupları sorumlu olarak görüyor. Benzer şekilde iklim değişikliği ile ilgili komplo teorilerinde de iklim değişiklinin insan kaynaklı olduğunu öne süren bilim insanları hedefe alınabiliyor (Douglas vd., 2019, s. 4). Komplo teorileri de tıpkı komplolar gibi siyasi ve ekonomik olarak güce sahip aktörlerin eylemlerine odaklansa da komplo ile komplo teorisi arasında önemli farklar var. Komplo, gerçekleşmiş ve ortaya çıkmış bir eylemi ifade ederken, komplo teorisi gerçekleşmemiş bir olay hakkında üretiliyor ve bir grubu suçlayarak algı yaratıyor (Uscinski & Parent, 2014, s. 33).
Bu tanımı netleştirmeye çalışırsak, ilk olarak, komploların aksine komplo teorilerinin ortaya çıkmamış, aslında olmayan olaylarla ilgili olduğunu belirtmek gerek. Komplo teorileri bir olayın açıklamasını ve nedenlerini irdelediği için teori olarak tanımlanır. Sosyal veya politik bir olay neden meydana geldi? Bu olayın sebepleri neler? Olayın gerçekleşmesinin temel nedenleri nedir? Bu gibi sorular komplo teorilerinin bir teori olarak tanımlanmasını sağlıyor (Keeley, 1999, s. 116). Ancak komplo teorisine inanan insanlar komplo teorilerini bir teori olarak değil, olmuş veya olacak bir gerçeklik olarak görürler (Uscinski, 2020, s. 25). İkinci olarak, komplo teorileri komplocu olarak gördüğü aktörlerin tamamının güçlü olduğunu varsaymaz. Nedenleri açıklanan bir olayda rol alan herkes bu komplonun aktörü olabilir. Komplo teorisindeki aktörler planlarını gizlice uygulamaya koyarlar. Çünkü, bunu toplumun veya farklı güç odaklarının görebileceği şekilde yaptıklarında, onları engelleyebilecek aktörler mutlaka olacaktır. Son olarak, komplo teorisinde gizli planlar yürüten aktörlerin sayısı kısıtlıdır. Komplo teorisi tanımında ayrım yapabilmek için uç bir noktayı ele alacak olursak; bir kişinin gizli planlarla bir faaliyet yürütüyor olması komplo teorisine değil o aktörün eylemlerine işaret etmektedir (Keeley, 1999, s. 116).
Komplo teorileri kendi aralarında birçok farklılık barındırır. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz üzere komplo teorilerini yalnızca belirli bir grup veya ideoloji ile ilişkilendirmemek ve kapsayıcı bir tanımlama ortaya koymak için komplo teorilerinin ortak özelliklerine odaklanalım. Bu özellikleri anlamak, hangi argümanların komplo teorisi olabileceği hakkında bir fikir verebilir. Komplo teorilerinin en önemli özelliklerini kısa, anlaşılır ve “büyük resmi” gösteren bir biçimle oluşturulması olarak tasvir edebiliriz. Bunlara ek olarak yukarıda yaptığımız tanımdan da hareketle komplo teorilerini tanıyabilmek için Barkun’un (2003, ss. 4-5) öne sürdüğü söylemsel ortak özellikleri inceleyebiliriz.
Komplo teorileri birçok farklı olay ve aktörü hedefleyebilir. Bu olay ve aktörler komplo teorisinin bağlamına göre çeşitlilik gösterir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu aktörlerin ekonomik veya politik güce sahip oldukları, olaylar üzerinde sürekli yönlendirmeleri olduğu öne sürülür. Ancak, dindarlardan din karşıtlarına, komünistlerden sağcılara, ünlü medya kanallarından alternatif haber sitelerine kadar her grup, komplo teorisinin aktörü olabilir. Bu aktörlerin ortak özelliği “kötü” olmalarıdır. Komplo planlamakla suçlanan bu aktörlerin sayısı da teorinin bağlamına göre değişebilir. Genellikle küçük gruplar hedeflense de büyük gruplar da komplo yapmakla suçlanabilir (Uscinski, 2020, s. 29).
3.1.3. Komplo Teorilerine İnanç (Conspiracy Beliefs)
Komplo teorilerine inanç, bireylerin belirli bir komplo teorisini veya birçok komplo teorisini doğru kabul ederek ona inanması anlamına gelir (Douglas vd., 2019, s. 4; Räikkä & Basham, 2018, s. 50; Uscinski, 2020, s. 31). Bu tanım içerisinde iklim değişikliğinin var olmadığı, koronavirüsün laboratuvarda üretildiği veya gerçek olmadığı gibi bir veya birçok komplo teorisine yönelik inancı barındırır. İnsanlar aşağıda inceleyeceğimiz çeşitli psikolojik ve sosyolojik etkenlerle bu komplo teorilerine inanabiliyorlar.
Her ne kadar bazı kısıtlılıkları olsa da (Lopez & Hillygus, 2018) komplo teorilerine yönelik inançlar çeşitli saha araştırmaları yöntemleriyle ölçüyor. Örneğin 2020 yılında 21 ülkede 22 binden fazla kişiyle yapılan bir araştırma komplo teorilerine inancın küresel olarak yaygın olduğunu gösteriyor. İlaç şirketlerinin aşıların zararlı etkilerini insanlardan gizlediğine inananların oranı Güney Afrika’da %57, Nijerya’da %55, Türkiye’de %48. Kökleri 18. yüzyıla kadar dayanan dünyanın tek bir gizli grup tarafından yönetildiği komplo teorisine yönelik inanç ise Nijerya’da %78, Güney Afrika’da %68, Meksika’da %59 oranında.
Biz de Türkiye’de koronavirüs bağlamında yürüttüğümüz araştırmada komplo teorilerine yönelik inancın yüksek olduğunu gördük. Araştırmaya katılanların %77’si dünyada halkın hiç haberdar olmadığı önemli şeyler olduğuna, %63’ü siyasetçilerin kararlarının ardındaki gerçek niyetlerini vatandaşlara söylemediğine, %51’i birbiriyle ilişkisiz gibi gözüken olayların gizli eylemlerin sonucu olduğuna ve siyasi kararları etkileyen gizli örgütler olduğuna, %45’i ise hükümetin bütün vatandaşları gözetlediğine inandığını ifade etmektedir (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020).
Aynı araştırmada koronavirüs ile ilgili komplo teorilerine yönelik inanç da oldukça yüksekti. Araştırmaya dahil olan katılımcıların %55,5’i “koronavirüs ABD ya da Çin gibi büyük güçlerin geliştirdiği bir biyolojik silahtır” görüşüne; %52,3’ü “hükümetlerin verdiği Koronavirüs istatistikleri güvenilmez çünkü̈ kendilerini başarısız göstermek istemezler” görüşüne; %49,1’i ise “koronavirüs Çin’deki bir laboratuvarda üretilmiş ve kaza sonucu dünyaya yayılmıştır” görüşüne katıldıklarını belirttiler. Bununla beraber, genel komplo teorilerine yönelik inanç, koronavirüs ile ilgili komplo teorilerine yönelik inancı artırıyor; bu da daha fazla yanlış bilginin yayılmasına neden oluyor.
3.1.4. Komplocu Düşünce/Komplo Zihniyeti (Conspiracy Thinking/Conspiracy Mindset)
Komplocu düşünce, bireyleri komplo teorilerini doğru olarak kabul etmeye ve onlara inanmaya meyilli hale getiren istikrarlı bir yatkınlık fikrini vurgular. Bu yaklaşım, belirli komplo teorilerinin özelliklerinden ziyade bireylerin özelliklerine odaklanmayı gerektirir. Komplocu düşünce tanımlamasındaki yatkınlık, belirli bir tutuma sahip olma ve ona göre hareket etmeyi veya dünyayı belirli bir düşünce setiyle görmeyi ifade eder. Tıpkı çevremizde olan olayların nedenlerini sosyal ve politik tutumuzla, sahip olduğumuz ideolojilerle değerlendirmemiz gibi, komplocu düşünceye sahip olanlar da dünyayı komplolar ile görürler (Douglas vd., 2019, s. 5; Räikkä & Basham, 2018, ss. 50-51; Uscinski, 2020, ss. 32-34; Uscinski vd., 2016, s. 58).
Komploculuğu bir düşünce ve zihniyet olarak tanımlamak, büyük ölçüde belirli komplo teorilerine inanan insanların muhtemelen diğerlerine de inanacağı fikrinden kaynaklanıyor (Douglas vd., 2019, s. 5). Buna göre bir komplo teorisine inanan insanlar, diğer komplo teorilerine de muhtemelen inanacaktır; bu inançların toplamı da komplocu zihniyeti oluşturacaktır. Örneğin, erken dönemde yaptığı bir çalışmada Goertzel (1994) komplolara inançta anomi, güven eksikliği gibi faktörlerin etkili olduğunu vurgularken; bir komploya inanan insanların diğerlerine de inanma olasılıklarının daha yüksek olduğunu söylüyor.
İnsanların komploculuğu bir düşünce biçimi haline getirmesi ve bir komplo teorisine inancın diğer komplolara yönelik inancı da artırması, komplo teorilerinin zararlı etkilerinin görünenden çok daha yaygın olabileceğini gösteriyor. Basitçe, dünyanın düz olduğuna inanmanın ya da Ay’a gidildiğine inanmamanın kimseye bir zararı olmadığını düşünebiliriz. Ancak komplo teorilerine inanmanın diğerlerine de kapı aralaması, burada bir komplocu zihniyetin oluştuğunu gösterebilir. Örneğin, önemsiz gibi görünen komplo teorilerine inanan insanların, bu komplocu zihniyet nedeniyle küresel ısınmanın olmadığına inanmaları ve bu sebeple küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlerin ertelenmesi bu zihniyetin çok daha tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor (Lewandowsky vd., 2013).
Komplo zihniyeti yaklaşımı, komplo teorilerine yönelik inancın insanların sadece bilimsel konulardaki bilgisizliğine veya bilimsel sonuçları yeterli bir şekilde değerlendirememesine bağlı olmadığını, aslında bunun bir dünya görüşü olduğunu öne sürer. Üstelik komplo zihniyeti, birbirleriyle çelişen komplo teorilerine inanmayı da beraberinde getirir. Örneğin iklim inkarcılarının bilimsel olarak kanıtlanan küresel ısınmayla ilgili en önemli argümanlarından biri sıcaklığın ölçülemeyeceği. Ancak iklim inkarcıları hem sıcaklığın ölçülemeyeceğini hem de sıcaklığın azaldığını aynı anda söyleyebiliyorlar (Lewandowsky vd., 2018). Benzer şekilde, koronavirüsün biyolojik silah olduğu komplo teorisine inanlar ile onun gerçek olmadığına inananlar arasında da önemli bir ilişki var (Imhoff & Lamberty, 2020).
Peki, komplocu düşüncenin özellikleri nelerdir? Bu soruya cevap vermeye çalışmak, insanların komplocu düşünceye neden ve nasıl sahip olduklarını açıklamaya katkı sunar. Lewandowski ve Cook (2020) komplocu düşünen insanların yedi ortak özelliği olduğunu söylüyor. (i) Birinci ve en önemlisi, yukarıda da değindiğimiz üzere, komplocu zihniyetin içinde çelişkiler barındırması. Bir şeyin hem olduğuna hem de olmadığına inanmak komplocu zihniyetin varlığını gösterir. (ii) Komplocu zihniyetin bir diğer özelliği ise aşırı şüphe. Bu zihniyete sahip insanlar, özellikle iklim değişikliği ya da aşılar gibi bilimsel konularda süreçte varılan uzlaşmaları ve kendi inandıkları komplo teorisiyle uyuşmayan görüşleri reddederler. (iii) Komplocu düşünenler inandıkları bir komplo içerisinde yer alan grupların niyetinin tamamıyla kötü olduğunu düşünür. Onlara göre biri o komploya dahil olduysa iyi bir amaçla olmamıştır. (iv) Komplocu düşüncede bireyler kendilerini veya ait hissettikleri grupları, komplocu olarak tanımladıkları kişiler tarafından zulüm gören mağdurlar olarak tanımlarlar. Onlara göre, kötü olan komploculara karşı, kendileri veya ait oldukları grup onlara karşı mücadele eden “iyilerdir”. Onlar hem mağdur hem de kahramandır. (v) Komplocu zihniyette, bireyler inandıkları komplo teorilerinin gerçek olduklarını düşündükleri için, inandıkları komplo teorilerini terk etmezler ve görüşleri savunulamaz hale geldiğinde zihinlerinde “bir şeyler yanlış olmalı” düşüncesi hâkim olur. (vi) Komplocu zihniyetin bir diğer özelliği de sürekli bir savunma halinde olmasıdır. Örneğin, inandıkları komplo teorisini çürüten veya aksini söyleyen kişiler de komplonun içine dahil edilir. İnandıkları komplonun tersine görüş sunmak, onlara göre kurulan komployu daha da büyütmekte ve dolayısıyla komplo teorisine inancın daha da sağlamlaşmasına neden olmaktadır. (vii) Son olarak, komplo zihniyetine sahip olanlar; olayların, sıradan veya rastgele olabileceği fikrine tamamen karşıdırlar. Onlara göre, bir şeylerin gerçekleşmiş olması, arkalarında çeşitli güçlerin olduğu, onların yönlendirdiği fikriyle ilişkilidir.
3.1.5. Komplo Teorisyeni
Komplo teorileriyle ilgili ele alacağımız son kavram ise komplo teorilerine inanan ve komplo zihniyetine sahip insanları tanımlamak için kullanılan komplo teorisyeni kavramı. Ancak bu tanım çeşitli sorunları beraberinde getiriyor. Hem komplo teorisi hem de komplo teorisyeni tanımları belirli bir mantıksızlığa, tutarsızlığa işaret ettiği için bu kavramların geniş tanımları bir grubu hedef haline getirip, damgalayabilir. Komplo teorisyenine yüklenen tüm olumsuz sıfatlar, iklim değişikliği veya aşılar üzerine bilimsel yöntemlerle çalışan bilim insanını da, hükümete muhalif olan kişi veya grupları da kapsayabilir. Böylece bu kişiler veya gruplar da “suçlu” ya da “potansiyel suçlu” olarak görülebilir (Douglas vd., 2019, s. 5).
Komplo teorisyeni olarak tanımlanmak, itham edilen tarafın savunmacı bir mekanizmaya bürünmesine neden olmakta. Räikkä ve Basham (2018) soruyu tersten sorarak, “Neden bazı insanlar komplo teorilerine inanmıyor?” sorusundan yola çıkıyor ve insanların komplo teorilerini araştırmamalarını, bunlara neden inanmadıklarını sorgulamamalarını “komplo teorisi fobisi” olarak adlandırıyor. Bu fobi bir yönüyle komplo teorilerine inanmakla benzer irrasyonel durumu işaret ediyor. Bu fobiye sahip insanlar, komplo teorilerinin varsayımlarını değerlendirmeden reddediyor ve komplo teorilerine karşı alaycı ve küçümseyici bir tutum gösteriyor. Elbette, bireyleri tıpkı komplo teorilerine inanmaya iten sebepler gibi komplo teorilerine inanmamaya iten sebepler de var. Komplo teorilerini sorgulamanın dahi o düşünceye dahil olunduğu algısı yaratabileceği fikriyle bireyler komplo teorisi fobisine sahip olabilirler.
3.1.6. Komplo Teorilerinin Bilgi Düzensizlikleriyle İlişkisi
Komplo teorileri ile ilgili kavramları tartışırken aklımıza ilk bölümde incelediğimiz bilgi düzensizlikleriyle ilgili temel kavramlar gelmiş olabilir. Daha önce de tanımladığımız gibi dezenformasyon zarar verme amacıyla kasten yayılan yanlış bilgileri, mezenformasyon ise zarar verme amacı olmadan, bilginin yanlış olduğunu bilmeden paylaşmak anlamına geliyor (Wardle & Derakhshan, 2017). Ancak komplo teorileri ve bilgi düzensizliklerinin türleri olarak tanımladığımız dezenformasyon ve mezenformasyon arasında önemli farklar var.
İlk olarak, komplo teorileri de tıpkı mezenformasyonda olduğu gibi yanlış bilgi içerebilir. Ancak, bu mutlak koşul değildir; komplo teorileri doğru bilgiler de içerebilir. Burada sorun bunu bilip bilemeyeceğimizle ilgili. Komplo teorileri genellikle yanlışlanamazlar; bunun için yeterli kanıtlara sahip olmayabiliriz (Räikkä, 2014; Uscinski, 2020). Bilimsel düşünceyi, bilimsel olmayan düşünceden ayırmamızı sağlayan bir turnusol işlevi gören yanlışlanabilirlik, bilimsel bilgileri doğrulamak yerine onları yanlışlayabilecek önermeleri ve hipotezleri ortaya koymayı amaçlar (Popper, 1998). Bu nedenle komplo teorilerini mezenformasyondan ayırmamız gerekir. Dezenformasyon için de aynı durum geçerli. Komplo teorileri kasıtlı ve yanlış olmaktan ziyade yukarıda da komplocu düşünce tanımlamasında vurguladığımız gibi, bir dünya görüşünü ifade ediyor. Ayrıca, dezenformasyon faaliyeti yürüten aktörler genellikle ekonomik ve siyasi amaçları için yanlış bilgi yayıyor. Komplo teorilerinde komplo kuranlar da genellikle bu aktörler oluyor.
Komplo teorilerinin sayısının son dönemlerde arttığına yönelik birçok iddia olsa da bunlar geçmişte de oldukça yaygındı. Aynı zamanda komplo teorilerinin artışı ile ilgili ortaya atılan iddialarda, artışın komplo teorilerine inanan insanların sayısında mı yoksa komplo teorilerinin mi sayısında mı olduğunun da sıklıkla karıştırılıyor olması bir sorun. Geçmişe dair komplo teorilerine yönelik inancı ölçmek zor olsa da Uscinski ve Parent (2014) yaptıkları çalışmada, 1890-2010 yılları arasını kapsayan 121 yıllık dönemde New York Times ve Chicago Tribune gazetelerine vatandaşların gönderdikleri mektupları inceleyerek komplo teorilerine yönelik inancın zaman içerisinde değişimini incelediler. Ulaştıkları sonuç ilginçti: İnceledikleri mektuplar içerisinde komplo teorilerini barındıran görüşlerin sayısı dalgalı bir grafik izlese de sürekli artmıyordu. Zaman içerisinde komplo teorilerinin zirve yaptığı iki dönem olduğunu öne sürdüler: İlki, 1900 yılından kısa süre önce büyük şirketlerin yükseldiği, teknolojik gelişmelerin hızlandığı dönem olan ikinci sanayileşme dönemine tekabül ediyordu. İkinci zirve noktası ise 1940’ların sonu ve 1950’lerin başına tekabül eden Soğuk Savaşın başlangıcıydı. Buradaki sonuçlara göre komplo teorileri, zaman içerisinde artmak yerine kriz dönemlerinde ortaya çıkıyordu.
Öte yandan yanlış veya doğru birçok bilginin yayılması ve bireylerin hangi bilgilerin doğru olduğunu bilemediği durumlarda oluşan infodemi ile komplo teorileri arasında bir ilişkiden söz edebiliriz. İklim krizi ya da Covid-19 pandemisi gibi kriz dönemleri komplo teorilerinin yayılması için elverişli bir ortam sunuyor. Korku, belirsizlik ve kontrolden çıkma gibi durumu anlamlandırmaya yönelik duyguların hâkim olduğu dönemlerde komplo teorileri dünyayı kolay yoldan anlamlandırabilmek için rahatlatıcı net bir çerçeve sunuyor (van Prooijen & Douglas, 2017). Kriz dönemlerinde bilgi hacminin artmasıyla birlikte komplo zihniyetine sahip insanların veya komplo teorisyenlerinin de krizle ilgili paylaşımları veya bilgi üretimleri artıyor. Bu dönemlerde, bireylerin bilimsel bilgiye olan ihtiyacının artmasıyla birlikte, kriz yönetiminde ilgili kurumların, bilim insanlarının açıklamaları oldukça önemli hale geliyor. Bu süreçte komplocu düşünceye sahip bireylerin dünyayı belirli güçlerin yönettiği ve olaylardan onların sorumlu tutulması gerektiği yönündeki komploları üretmesi komplo teorilerini de bir infodemi sorunu haline getiriyor.